وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا (١)
1-)
Diyanet: Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Diyanet Vakfı: Tozdurup savuranlara,
E. Hamdi Yazır: O tozdurup savuranlara,
فَالْحَامِلَاتِ وِقْرًا (٢)
2-)
Diyanet: Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Diyanet Vakfı: Yükünü yüklenenlere,
E. Hamdi Yazır: Derken bir ağırlık taşıyanlara,
فَالْجَارِيَاتِ يُسْرًا (٣)
3-)
Diyanet: Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Diyanet Vakfı: Kolayca süzülenlere,
E. Hamdi Yazır: Derken bir kolaylıkla akanlara,
فَالْمُقَسِّمَاتِ أَمْرًا (٤)
4-)
Diyanet: Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Diyanet Vakfı: İşleri ayıranlara andolsun ki,
E. Hamdi Yazır: Derken bir emir taksim edenlere andolsun ki,
إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌ (٥)
5-)
Diyanet: Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Diyanet Vakfı: Size vâdedilen, kesinlikle doğrudur.
E. Hamdi Yazır: O size vaad edilen elbette doğrudur.
وَإِنَّ الدِّينَ لَوَاقِعٌ (٦)
6-)
Diyanet: Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Diyanet Vakfı: Ve ceza mutlaka vuku bulacaktır.
E. Hamdi Yazır: Ceza ve hesap günü şüphesiz olacaktır.
وَالسَّمَاءِ ذَاتِ الْحُبُكِ (٧)
7-)
Diyanet: Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.
Diyanet Vakfı: İçinde yörüngeleri olan göğe andolsun ki,
E. Hamdi Yazır: Yollara sahip göğe andolsun ki,
إِنَّكُمْ لَفِي قَوْلٍ مُخْتَلِفٍ (٨)
8-)
Diyanet: Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.
Diyanet Vakfı: Siz çelişkili sözler söylüyorsunuz.
E. Hamdi Yazır: Siz elbette çelişkili sözler içindesiniz.
يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ (٩)
9-)
Diyanet: Ondan (Peygamber'den) çevrilen çevrilir.
Diyanet Vakfı: Ondan (Kur'an'dan veya imandan) dönen döndürülür (engellenmez).
E. Hamdi Yazır: Ondan çevrilen (imana) çevrilir.
قُتِلَ الْخَرَّاصُونَ (١٠)
10-)
Diyanet: Cehalet içinde gaflete dalmış olan (ve "Muhammed şairdir, delidir" diyen) yalancılar kahrolsun!
Diyanet Vakfı: Kahrolsun o koyu yalancılar!
E. Hamdi Yazır: Kahrolsun (o fikir adına) kendi tahminlerini ileri sürenler!
الَّذِينَ هُمْ فِي غَمْرَةٍ سَاهُونَ (١١)
11-)
Diyanet: Cehalet içinde gaflete dalmış olan (ve "Muhammed şairdir, delidir" diyen) yalancılar kahrolsun!
Diyanet Vakfı: Onlar koyu bir cehalet içerisinde kalmış gafillerdir.
E. Hamdi Yazır: Onlar bir sarhoşluk ve cehalet içinde şuursuzdurlar.
يَسْأَلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ الدِّينِ (١٢)
12-)
Diyanet: "Ceza günü ne zaman?" diye sorarlar.
Diyanet Vakfı: Ceza gününün ne zaman olduğunu sorarlar.
E. Hamdi Yazır: Onlar: "Hesap ve ceza günü ne zaman?" diye soruyorlar.
يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ (١٣)
13-)
Diyanet: Ateş üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der): "Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur."
Diyanet Vakfı: O gün onlar ateşe sokulacaklardır.
E. Hamdi Yazır: O gün, onların ateş üzerinde azap görecekleri gündür.
ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْ هَذَا الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ (١٤)
14-)
Diyanet: Ateş üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der): "Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur."
Diyanet Vakfı: Azabınızı tadın! Acele gelmesini beklediğiniz şey budur işte! (denir.)
E. Hamdi Yazır: Onlara: "Tadın inkarınızın cezasını, işte sizin acele istediğiniz budur!" denecektir.
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (١٥)
15-)
Diyanet: Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi.
Diyanet Vakfı: Şüphesiz ki Allah'a isyandan sakınanlar, cennetlerde ve pınar başlarında bulunacaklar.
E. Hamdi Yazır: Şüphesiz ki takva sahipleri cennet bahçelerinde ve pınar başlarında bulunacaklardır.
آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُحْسِنِينَ (١٦)
16-)
Diyanet: Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi.
Diyanet Vakfı: Rablerinin kendilerine verdiğini alarak . Kuşkusuz onlar, bundan önce dünyada güzel davrananlardı.
E. Hamdi Yazır: Rablerinin kendilerine verdiği sevabı almış olarak. Çünkü onlar bundan önce iyilik yapıyorlardı.
كَانُوا قَلِيلًا مِنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ (١٧)
17-)
Diyanet: Geceleri pek az uyurlardı.
Diyanet Vakfı: Geceleri pek az uyurlardı.
E. Hamdi Yazır: Onlar geceleyin pek az uyurlardı.
وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ (١٨)
18-)
Diyanet: Seherlerde bağışlama dilerlerdi.
Diyanet Vakfı: Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.
E. Hamdi Yazır: Onlar seher vakitlerinde Allah'tan bağışlanma dilerlerdi.
وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ (١٩)
19-)
Diyanet: Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.
Diyanet Vakfı: Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı.
E. Hamdi Yazır: Onların mallarında isteyen ve istemeyen yoksullar için bir hak vardı.
وَفِي الْأَرْضِ آيَاتٌ لِلْمُوقِنِينَ (٢٠)
20-)
Diyanet: Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
Diyanet Vakfı: Kesin olarak inananlar için yeryüzünde âyetler vardır.
E. Hamdi Yazır: Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde nice ibretler vardır.
وَفِي أَنْفُسِكُمْ أَفَلَا تُبْصِرُونَ (٢١)
21-)
Diyanet: Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
Diyanet Vakfı: Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?
E. Hamdi Yazır: Ve kendi nefislerinde. Hiç görmüyor musunuz?
وَفِي السَّمَاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ (٢٢)
22-)
Diyanet: Gökte rızkınız ve size vaad olunan şeyler vardır.
Diyanet Vakfı: Semada da rızkınız ve size vâdedilen başka şeyler vardır.
E. Hamdi Yazır: Sizin rızkınız da size vaad edilen sevap ve ceza da göktedir.
فَوَرَبِّ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِنَّهُ لَحَقٌّ مِثْلَ مَا أَنَّكُمْ تَنْطِقُونَ (٢٣)
23-)
Diyanet: Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki o (size va'dolunanlar), sizin konuşmanız gibi gerçektir.
Diyanet Vakfı: Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir.
E. Hamdi Yazır: Gök ve yerin Rabbine andolsun ki size edilen o vaad, herhalde haktır. O tıpkı sizin konuşmanız gibi gerçektir.
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ (٢٤)
24-)
Diyanet: (Ey Muhammed!) İbrahim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?
Diyanet Vakfı: İbrahim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? (Bunlar meleklerdi.)
E. Hamdi Yazır: Ey Muhammed! İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ (٢٥)
25-)
Diyanet: Hani onlar, İbrahim'in yanına varmışlar ve "Selâm olsun sana!" demişlerdi. O da "Size de selâm olsun." demiş, "Bunlar tanınmamış (yabancı) kimseler" (diye düşünmüştü).
Diyanet Vakfı: Onlar İbrahim'in yanına girmişler, selam vermişlerdi. İbrahim de selamı almış, içinden, "Bunlar, yabancılar" demişti.
E. Hamdi Yazır: Hani onlar İbrahim'in huzuruna girmişlerdi de "Selam sana!" demişlerdi. İbrahim: "Size de selam" demiş, ve içinden: "Bunlar tanınmamış bir topluluk!" diye geçirmişti.
فَرَاغَ إِلَى أَهْلِهِ فَجَاءَ بِعِجْلٍ سَمِينٍ (٢٦)
26-)
Diyanet: Hissettirmeden ailesinin yanına gidip, (pişirilmiş) semiz bir buzağı getirdi.
Diyanet Vakfı: Hemen ailesinin yanına giderek semiz bir dana (kebabını) getirmiş,
E. Hamdi Yazır: İbrahim, sonra ailesine giderek semiz bir buzağı (eti) getirdi.
فَقَرَّبَهُ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ (٢٧)
27-)
Diyanet: Onu önlerine koydu. "Yemez misiniz?" dedi.
Diyanet Vakfı: Onların önüne koyup "Yemez misiniz?" demişti.
E. Hamdi Yazır: Onu önlerine sürerek: "Yemez misiniz?" dedi.
فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً قَالُوا لَا تَخَفْ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ (٢٨)
28-)
Diyanet: (Yemediklerini görünce) onlardan İbrahim'in içine bir korku düştü. Onlar, "korkma" dediler ve onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.
Diyanet Vakfı: Derken onlardan korkmaya başladı. "Korkma" dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.
E. Hamdi Yazır: Yemediklerini görünce onlardan içine bir korku düştü. Onlar İbrahim'e: "Korkma!" dediler ve onu çok bilgili bir oğul ile müjdelediler.
فَأَقْبَلَتِ امْرَأَتُهُ فِي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌ (٢٩)
29-)
Diyanet: Bunun üzerine karısı bir çığlık kopararak yönelip elini yüzüne vurdu. "Ben kısır bir kocakarıyım (nasıl çocuğum olabilir?)" dedi.
Diyanet Vakfı: Karısı çığlık atarak geldi. Elini yüzüne çarparak: "Ben kısır bir kocakarıyım!" dedi.
E. Hamdi Yazır: Bunun üzerine karısı (Sâre) bir çığlık atarak geldi ve elini yüzüne vurarak: "Ben kısır bir kocakarıyım, nasıl çocuğum olur?" dedi.
قَالُوا كَذَلِكِ قَالَ رَبُّكِ إِنَّهُ هُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ (٣٠)
30-)
Diyanet: Onlar dediler ki: "Rabbin böyle buyurdu. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir."
Diyanet Vakfı: Onlar: "Bu böyledir. Rabbin söylemiştir. O, hikmet sahibidir, bilendir" dediler.
E. Hamdi Yazır: Misafir melekler: "Evet bu böyledir. Rabbin böyle buyurdu. Gerçekten O hüküm ve hikmet sahibidir. Herşeyi hakkıyla bilir." dediler.
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ (٣١)
31-)
Diyanet: İbrahim, onlara: "O hâlde asıl işiniz nedir ey elçiler?" dedi.
Diyanet Vakfı: (İbrahim:) O halde işiniz nedir, ey elçiler? dedi.
E. Hamdi Yazır: İbrahim, kendisine misafir olarak gelen meleklere: "Acaba sizin asıl önemli işiniz nedir ey elçiler?" dedi.
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُجْرِمِينَ (٣٢)
32-)
Diyanet: Onlar şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavme (Lût'un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik."
Diyanet Vakfı: "Biz, dediler, suçlu bir kavme gönderildik."
E. Hamdi Yazır: Onlar: "Gerçekten biz günahkâr bir kavim (olan Lût kavmine) gönderildik.
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ طِينٍ (٣٣)
33-)
Diyanet: Onlar şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavme (Lût'un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik."
Diyanet Vakfı: "Üzerlerine çamurdan taş yağdırmaya (geldik)."
E. Hamdi Yazır: Onların üzerine çamurdan pişirilmiş sert taşlar yağdıracağız.
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ (٣٤)
34-)
Diyanet: Onlar şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavme (Lût'un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik."
Diyanet Vakfı: (Bu taşlar,) aşırı gidenler için Rabbinin katında işaretlenmiş (taşlardır).
E. Hamdi Yazır: O taşlardan herbirinin haddi aşanlardan kime isabet edeceği Rabbin katında işaretlenmiştir." dediler.
فَأَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (٣٥)
35-)
Diyanet: Orada (Lût'un yöresinde) bulunan mü'minleri çıkardık.
Diyanet Vakfı: Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık.
E. Hamdi Yazır: Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.
فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ (٣٦)
36-)
Diyanet: Zaten orada bir ev halkından başka müslüman bulamadık.
Diyanet Vakfı: Zaten orada müslümanlardan, bir ev halkından başka kimse bulmadık.
E. Hamdi Yazır: Fakat biz orada müslümanlardan bir ev halkından başka kimseyi de bulamadık.
وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ (٣٧)
37-)
Diyanet: Orada, elem dolu azaptan korkacaklar için bir ibret bıraktık.
Diyanet Vakfı: Acı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık.
E. Hamdi Yazır: Biz orada acı bir azabdan korkan kimseler için bir ibret nişanesi bıraktık.
وَفِي مُوسَى إِذْ أَرْسَلْنَاهُ إِلَى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ (٣٨)
38-)
Diyanet: Mûsâ kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu açık bir delil ile Firavun'a göndermiştik.
Diyanet Vakfı: Musa'da da (ibretler vardır). Onu apaçık bir delil ile Firavun'a göndermiştik.
E. Hamdi Yazır: Musa'nın kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu apaçık bir delille Firavun'a göndermiştik.
فَتَوَلَّى بِرُكْنِهِ وَقَالَ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ (٣٩)
39-)
Diyanet: O ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi ve "Bu bir büyücü veya delidir" dedi.
Diyanet Vakfı: Firavun ordusuyla birlikte yüz çevirmiş: "O, bir büyücüdür veya bir delidir" demişti.
E. Hamdi Yazır: Firavun ise ordusuyla birlikte yüz çevirmiş, onun hakkında: "Bu bir sihirbazdır, ya da bir delidir." demişti.
فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ (٤٠)
40-)
Diyanet: Bunun üzerine biz de kendisini ve ordularını yakalayıp denize attık. O ise (pişman olmuş), kendini kınıyordu.
Diyanet Vakfı: Nihayet onu da ordularını da yakalayıp denize attık, bu sırada kendini kınayıp duruyordu.
E. Hamdi Yazır: Nihayet biz onu ve ordularını yakalayıp hepsini denize attık. Firavun ise o sırada (inadından dolayı pişmanlık duyarak) kendi kendini kınıyordu.
وَفِي عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرِّيحَ الْعَقِيمَ (٤١)
41-)
Diyanet: Âd kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgârı göndermiştik.
Diyanet Vakfı: Ad kavminde de (ibretler vardır). Onlara kasıp kavuran rüzgârı göndermiştik.
E. Hamdi Yazır: Âd kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani biz onların üzerine köklerini kesecek bir rüzgar göndermiştik.
مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ (٤٢)
42-)
Diyanet: Üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül ediyordu.
Diyanet Vakfı: Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip savuruyordu.
E. Hamdi Yazır: O rüzgar üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi dağıtıyordu.
وَفِي ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتَّى حِينٍ (٤٣)
43-)
Diyanet: Semûd kavminde de ibretler vardır. Hani onlara, "Bir süreye kadar faydalanın bakalım" denmişti.
Diyanet Vakfı: Semûd kavminde de (ibretler vardır). Onlara: Bir süreye kadar faydalanın, denmişti.
E. Hamdi Yazır: Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti.
فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ (٤٤)
44-)
Diyanet: Derken Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı. Bu yüzden bakınıp dururken kendilerini yıldırım çarpıvermişti.
Diyanet Vakfı: Rablerinin emrine karşı geldiler. Bu yüzden, bakıp dururlarken onları yıldırım çarpıverdi.
E. Hamdi Yazır: Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِرِينَ (٤٥)
45-)
Diyanet: Artık, ne yerlerinden kalkmaya güçleri yetti, ne de başkasından yardım görebildiler.
Diyanet Vakfı: Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı.
E. Hamdi Yazır: Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ (٤٦)
46-)
Diyanet: Bunlardan önce de Nûh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar fâsık bir toplum idiler.
Diyanet Vakfı: Bunlardan önce de Nuh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplum idiler.
E. Hamdi Yazır: Daha önce de Nuh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış fâsık bir kavimdiler.
وَالسَّمَاءَ بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ (٤٧)
47-)
Diyanet: Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.
Diyanet Vakfı: Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz.
E. Hamdi Yazır: Biz göğü kudretimizle bina ettik. Hiç şüphesiz biz, çok genişlik ve kudret sahibiyiz.
وَالْأَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ (٤٨)
48-)
Diyanet: Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.
Diyanet Vakfı: Yeri de döşedik. (Bak) ne güzel döşeyiciyiz!
E. Hamdi Yazır: Yeryüzünü de biz döşedik. Bakın biz onu ne güzel döşüyoruz!
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ (٤٩)
49-)
Diyanet: Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.
Diyanet Vakfı: Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız.
E. Hamdi Yazır: Biz herşeyden iki çift yarattık. Umulur ki, iyice düşünürsünüz.
فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ مُبِينٌ (٥٠)
50-)
Diyanet: O hâlde Allah'a koşun. Şüphesiz ben, size O'nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
Diyanet Vakfı: O halde Allah'a koşun. Çünkü ben, size O'nun katından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım.
E. Hamdi Yazır: Ey Muhammed! de ki: "Öyleyse Allah'a koşun, gerçekten ben size O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.
وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ إِنِّي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ مُبِينٌ (٥١)
51-)
Diyanet: Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
Diyanet Vakfı: Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O'nun tarafından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım.
E. Hamdi Yazır: Allah'la beraber başka bir tanrı uydurmayın (O'na ortak koşmayın). Gerçekten ben size O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım."
كَذَلِكَ مَا أَتَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ (٥٢)
52-)
Diyanet: İşte böyle! Onlardan öncekilere hiçbir peygamber gelmemişti ki, "O bir büyücüdür" yahut "bir delidir" demiş olmasınlar.
Diyanet Vakfı: İşte böylece, onlardan öncekilere her hangi bir peygamber geldiğinde hemen: O, bir büyücüdür veya delidir, dediler.
E. Hamdi Yazır: Böylece onlardan öncekilere de herhangi bir peygamber gelince, onun hakkında da mutlaka: "Bir sihirbazdır veya bir delidir." dediler.
أَتَوَاصَوْا بِهِ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ (٥٣)
53-)
Diyanet: Onlar bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler (ki hep aynı şeyleri söylüyorlar)? Hayır, onlar azgın bir topluluktur.
Diyanet Vakfı: Bunu (nesilden nesile) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur.
E. Hamdi Yazır: Onlar birbirlerine bunu mu tavsiye ettiler? Hayır onlar azgın bir kavimdir.
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَا أَنْتَ بِمَلُومٍ (٥٤)
54-)
Diyanet: Onun için, onlardan yüz çevir. Artık kınanacak değilsin.
Diyanet Vakfı: Artık onlara aldırma. (Davete uymamalarından dolayı) sen kınanacak değilsin.
E. Hamdi Yazır: Ey Muhammed! Sen onlardan yüz çevir. Artık sen kınanacak değilsin.
وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَى تَنْفَعُ الْمُؤْمِنِينَ (٥٥)
55-)
Diyanet: Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü'minlere fayda verir.
Diyanet Vakfı: Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.
E. Hamdi Yazır: Sen öğüt verip hatırlat. Çünkü, hatırlatmak müminlere fayda verir.
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ (٥٦)
56-)
Diyanet: Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Diyanet Vakfı: Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
E. Hamdi Yazır: Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.
مَا أُرِيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَنْ يُطْعِمُونِ (٥٧)
57-)
Diyanet: Ben, onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum.
Diyanet Vakfı: Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum.
E. Hamdi Yazır: Ben onlardan herhangi bir rızık istemiyorum. Beni yedirmelerini de istemiyorum.
إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ (٥٨)
58-)
Diyanet: Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.
Diyanet Vakfı: Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.
E. Hamdi Yazır: Şüphesiz ki, rızık veren O sağlam kuvvet sahibi olan Allah'tır.
فَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذَنُوبًا مِثْلَ ذَنُوبِ أَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ (٥٩)
59-)
Diyanet: Şüphesiz zulmedenler için (önceki müşrik) arkadaşlarının azap payı gibi payları vardır. Artık azabımı acele istemesinler.
Diyanet Vakfı: Muhakkak ki bu zulmedenlerin de, geçmişlerinin payı gibi (azaptan) bir payları vardır! O halde acele etmesinler!
E. Hamdi Yazır: Şüphsiz ki, zulmedenlerin geçmiş arkadaşlarının payı gibi, dolgun bir azab payı vardır. Ama şimdi onu acele istemesinler.
فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذِي يُوعَدُونَ (٦٠)
60-)
Diyanet: Uyarıldıkları günlerinden dolayı vay o inkâr edenlerin hâline!
Diyanet Vakfı: Başlarına gelecek (acı) günlerinden dolayı vay o kâfirlerin haline!
E. Hamdi Yazır: Kendilerine vaad edilen günlerinde uğrayacakaları azabdan dolayı vay inkâr edenlerin haline!.
Diğer Sitelerimiz
Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. Ses dosyaları da eklenecektir.