Vakıa Suresi (Vâkı'a Sûresî) okunuşu ve anlamı

إِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ (١)

1-) İzâ vekâ'âtilvâkiâ.

Diyanet: Kesin gerçekleşecek (olan Kıyamet) koptuğu zaman,

Diyanet Vakfı: Kıyamet koptuğu zaman,

E. Hamdi Yazır: Olacak vak'a olduğu zaman

لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ (٢)

2-) Leyse livâkâtihâ kâzibeh.

Diyanet: Onun kopuşunu yalanlayacak kimse olmayacaktır.

Diyanet Vakfı: Ki onun oluşunu yalanlayacak hiçbir kimse yoktur;

E. Hamdi Yazır: Onun oluşunu yalanlayacak kimse yoktur.

خَافِضَةٌ رَافِعَةٌ (٣)

3-) Hâfidatun rafiâ.

Diyanet: O, (kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.

Diyanet Vakfı: O, alçaltıcı, yükselticidir.

E. Hamdi Yazır: O, alçaltıcıdır, yükselticidir.

إِذَا رُجَّتِ الْأَرْضُ رَجًّا (٤)

4-) İzâ ruccetilardu racce.

Diyanet: Yeryüzü şiddetle sarsıldığı,

Diyanet Vakfı: Yer şiddetle sarsıldığı,

E. Hamdi Yazır: Yer şiddetle sarsıldığı

وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسًّا (٥)

5-) Ve bussetilcibâlu besse.

Diyanet: Dağlar parça parça dağılıp,

Diyanet Vakfı: Dağlar parçalandığı,

E. Hamdi Yazır: Dağlar serpildikçe serpildiği

فَكَانَتْ هَبَاءً مُنْبَثًّا (٦)

6-) Fekânet hebâen munbesse.

Diyanet: Dağılıp saçılmış toz olduğu,

Diyanet Vakfı: Dağılıp toz duman haline geldiği,

E. Hamdi Yazır: Dağılıp toz duman haline geldiği

وَكُنْتُمْ أَزْوَاجًا ثَلَاثَةً (٧)

7-) Ve kuntum ezvâcen selâse.

Diyanet: Ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman,

Diyanet Vakfı: Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman,

E. Hamdi Yazır: Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman

فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ (٨)

8-) Feâshâbulmeymeneti mâ âshâbulmeymene.

Diyanet: Ahiret mutluluğuna erenler var ya; ne mutlu kimselerdir!

Diyanet Vakfı: Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere!

E. Hamdi Yazır: Sağın adamları (var ya) ne mutludurlar onlar!

وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ (٩)

9-) Ve âshâbulmeş'emeti mâ âshâbulmeş'eme.

Diyanet: Kötülüğe batanlara gelince; ne mutsuz kimselerdir!

Diyanet Vakfı: Soldakiler, ne bahtsızdırlar onlar!

E. Hamdi Yazır: Solun adamları ise ne uğursuzdurlar onlar!

وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ (١٠)

10-) Vessâbikunessâbikun.

Diyanet: (İman ve amelde) öne geçenler ise (Ahirette de) öne geçenlerdir.

Diyanet Vakfı: (Hayırda) önde olanlar, (ecirde de) öndedirler.

E. Hamdi Yazır: Önde olanlar (var ya), onlar öncüdürler.

أُولَئِكَ الْمُقَرَّبُونَ (١١)

11-) Ulâikelmukarrabun.

Diyanet: İşte onlar (Allah'a) yaklaştırılmış kimselerdir.

Diyanet Vakfı: İşte bunlar, (Allah'a) en yakın olanlardır,

E. Hamdi Yazır: İşte o yaklaştırılanlar,

فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ (١٢)

12-) Fi cennâtin nâim.

Diyanet: Onlar, Naîm cennetlerindedirler.

Diyanet Vakfı: Naîm cennetlerinde .

E. Hamdi Yazır: Nimet cennetlerindedirler.

ثُلَّةٌ مِنَ الْأَوَّلِينَ (١٣)

13-) Sulletun minelevvelin.

Diyanet: Onların çoğu öncekilerden,

Diyanet Vakfı: (Onların) çoğu önceki ümmetlerden,

E. Hamdi Yazır: Çoğu önceki ümmetlerden,

وَقَلِيلٌ مِنَ الْآخِرِينَ (١٤)

14-) Ve kâlilum minelâhirin.

Diyanet: Azı da sonrakilerdendir.

Diyanet Vakfı: Birazı da sonrakilerdendir.

E. Hamdi Yazır: Birazı da sonrakilerden.

عَلَى سُرُرٍ مَوْضُونَةٍ (١٥)

15-) Âlâ sururim me'dune.

Diyanet: Onlar, mücevheratla işlenmiş tahtlar üzerindedirler.

Diyanet Vakfı: Cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler,

E. Hamdi Yazır: (Onlar) cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler.

مُتَّكِئِينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِلِينَ (١٦)

16-) Muttekine 'âleyhâ mutekabilin.

Diyanet: Karşılıklı yaslanmış vaziyette,

Diyanet Vakfı: Onların üzerlerinde karşılıklı olarak oturup yaslanırlar.

E. Hamdi Yazır: Karşılıklı olarak onların üzerinde yaslanırlar.

يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ (١٧)

17-) Yetufu aleyhim veldânun muhalledun.

Diyanet: Ebediyen genç kalan uşaklar,

Diyanet Vakfı: Çevrelerinde, (hizmet için) ölümsüz gençler dolaşır;

E. Hamdi Yazır: Çevrelerinde, ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dolaşırlar.

بِأَكْوَابٍ وَأَبَارِيقَ وَكَأْسٍ مِنْ مَعِينٍ (١٨)

18-) Biekvâbin ve ebârikâ ve ke'sim min mâ'in.

Diyanet: Cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri,

Diyanet Vakfı: Maîn çeşmesinden doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle.

E. Hamdi Yazır: Kaynağından doldurulmuş, testiler, ibrikler ve kadehlerle.

لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنْزِفُونَ (١٩)

19-) Lâ yusaddâ'une ânhâ ve lâ yunzifun.

Diyanet: İçmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları,

Diyanet Vakfı: Bu şaraptan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir.

E. Hamdi Yazır: Ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir.

وَفَاكِهَةٍ مِمَّا يَتَخَيَّرُونَ (٢٠)

20-) Ve fâkihetim mimmâ yetehayyerun.

Diyanet: Beğendikleri meyveleri,

Diyanet Vakfı: (Onlara) beğendikleri meyveler,

E. Hamdi Yazır: Beğendikleri meyvalar,

وَلَحْمِ طَيْرٍ مِمَّا يَشْتَهُونَ (٢١)

21-) Ve lâhmi tâyrim mimmâ yeştehun.

Diyanet: Ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.

Diyanet Vakfı: Canlarının çektiği kuş etleri,

E. Hamdi Yazır: Canlarının çektiği kuş etleri,

وَحُورٌ عِينٌ (٢٢)

22-) Ve hurun'in.

Diyanet: İri gözlü huriler de vardır,

Diyanet Vakfı: İri gözlü hûriler,

E. Hamdi Yazır: İri gözlü hûriler,

كَأَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ الْمَكْنُونِ (٢٣)

23-) Keemsâlillu'luilmeknun.

Diyanet: Onlar için saklı inciler gibi.

Diyanet Vakfı: Saklı inciler gibi.

E. Hamdi Yazır: Saklı inciler gibi,

جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (٢٤)

24-) Cezâen bimâ kânu yâ'melun.

Diyanet: (Bütün bunlar) işledikleri amellere karşılık bir mükâfat olarak (verilir.)

Diyanet Vakfı: Yaptıklarına karşılık olarak (verilir).

E. Hamdi Yazır: Yaptıklarına karşılık olarak verilir.

لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا تَأْثِيمًا (٢٥)

25-) Lâ yesme'une fihâ lâğven ve lâ te'sime.

Diyanet: Orada ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir şey işitirler.

Diyanet Vakfı: Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler.

E. Hamdi Yazır: Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler.

إِلَّا قِيلًا سَلَامًا سَلَامًا (٢٦)

26-) İllâ kîylen selâmen selâme.

Diyanet: Sadece "selâm!", "selâm!" sözünü işitirler.

Diyanet Vakfı: Söylenen, yalnızca "selâm, selâm" dır.

E. Hamdi Yazır: Duydukları söz, yalnız "selam", "selam" dır.

وَأَصْحَابُ الْيَمِينِ مَا أَصْحَابُ الْيَمِينِ (٢٧)

27-) Ve âshâbulyemini mâ âshâbulyemin.

Diyanet: Ahiret mutluluğuna erenler, ne mutlu kimselerdir!

Diyanet Vakfı: Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere!

E. Hamdi Yazır: Sağın adamları, nedir o sağın adamları!

فِي سِدْرٍ مَخْضُودٍ (٢٨)

28-) Fi sidrim mahdud.

Diyanet: Dikensiz sidir ağaçları,

Diyanet Vakfı: Düzgün kiraz ağacı,

E. Hamdi Yazır: Dalbastı kirazlar,

وَطَلْحٍ مَنْضُودٍ (٢٩)

29-) Ve tâlhîm mendud.

Diyanet: Meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında,

Diyanet Vakfı: Meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları,

E. Hamdi Yazır: Meyva dizili muzlar,

وَظِلٍّ مَمْدُودٍ (٣٠)

30-) Ve zîllim memdud.

Diyanet: Yayılmış sürekli bir gölgede,

Diyanet Vakfı: Uzamış gölgeler,

E. Hamdi Yazır: Uzamış gölgeler,

وَمَاءٍ مَسْكُوبٍ (٣١)

31-) Ve mâin meskub.

Diyanet: Çağlayan bir su başında,

Diyanet Vakfı: Çağlayarak akan sular,

E. Hamdi Yazır: Fışkıran sular.

وَفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ (٣٢)

32-) Ve fâkihetin kesira.

Diyanet: Çok çeşitli meyveler içinde,

Diyanet Vakfı: Sayısız meyveler içindedirler;

E. Hamdi Yazır: Pek çok meyva arasında,

لَا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍ (٣٣)

33-) Lâ mâktu'âtin ve lâ memnu'â.

Diyanet: Tükenmeyen ve yasaklanmayan,

Diyanet Vakfı: Tükenmeyen ve yasaklanmayan.

E. Hamdi Yazır: Tükenmeyen ve yasaklanmayan

وَفُرُشٍ مَرْفُوعَةٍ (٣٤)

34-) Ve furuşin merfu'â.

Diyanet: Ve yüksek döşekler üzerindedirler.

Diyanet Vakfı: Ve kabartılmış döşekler üstündedirler.

E. Hamdi Yazır: Ve yükseltilmiş döşekler üstündedirler.

إِنَّا أَنْشَأْنَاهُنَّ إِنْشَاءً (٣٥)

35-) İnnâ enşe'nâhunne inşae.

Diyanet: Biz onları (hurileri) yepyeni bir yaratılışta yarattık.

Diyanet Vakfı: Gerçekten biz hûrileri apayrı biçimde yeni yarattık.

E. Hamdi Yazır: Biz kadınları yeniden inşa ettik (yarattık).

فَجَعَلْنَاهُنَّ أَبْكَارًا (٣٦)

36-) Fece'âlnâhunne ebkârâ.

Diyanet: Onları, bakireler yaptık.

Diyanet Vakfı: Onları, bâkireler kıldık.

E. Hamdi Yazır: Onları bâkireler yaptık.

عُرُبًا أَتْرَابًا (٣٧)

37-) Uruben etrabe.

Diyanet: Hep bir yaşta eşlerini çok seven gösterişli.

Diyanet Vakfı: Eşlerine düşkün ve yaşıt.

E. Hamdi Yazır: Hep yaşıt sevgililer,

لِأَصْحَابِ الْيَمِينِ (٣٨)

38-) Liâshâbilyemin

Diyanet: Ahiret mutluluğuna erenler için.

Diyanet Vakfı: Bütün bunlar sağdakiler içindir.

E. Hamdi Yazır: Sağın adamları içindir.

ثُلَّةٌ مِنَ الْأَوَّلِينَ (٣٩)

39-) Sulletum minel'evvelin.

Diyanet: Bunların birçoğu öncekilerden,

Diyanet Vakfı: Bunların birçoğu önceki ümmetlerdendir.

E. Hamdi Yazır: Bir çoğu öncekilerdendir.

وَثُلَّةٌ مِنَ الْآخِرِينَ (٤٠)

40-) Ve sulletum minelâhirin.

Diyanet: Birçoğu da sonrakilerdendir.

Diyanet Vakfı: Birçoğu da sonrakilerdendir.

E. Hamdi Yazır: Bir çoğu da sonrakilerdendir.

وَأَصْحَابُ الشِّمَالِ مَا أَصْحَابُ الشِّمَالِ (٤١)

41-) Ve âshâbuşşimâli mâ âshâbuşşimâl.

Diyanet: Kötülüğe batanlar ise ne mutsuz kimselerdir!

Diyanet Vakfı: Soldakiler; ne yazık o soldakilere!

E. Hamdi Yazır: Solun adamları, nedir o solcular!

فِي سَمُومٍ وَحَمِيمٍ (٤٢)

42-) Fi semumin ve hamim.

Diyanet: Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve bir kaynar su içindedirler.

Diyanet Vakfı: İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde,

E. Hamdi Yazır: İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar şu içinde,

وَظِلٍّ مِنْ يَحْمُومٍ (٤٣)

43-) Ve zîllim min yâhmum.

Diyanet: Zifirî bir gölge içinde,

Diyanet Vakfı: Kapkara dumandan bir gölge altındadırlar;

E. Hamdi Yazır: Kapkara dumandan bir gölge altındadırlar.

لَا بَارِدٍ وَلَا كَرِيمٍ (٤٤)

44-) Lâ bâridin ve lâ kerim.

Diyanet: Ne serin ve ne de yararlı olan.

Diyanet Vakfı: Serin ve hoş olmayan.

E. Hamdi Yazır: Ki ne serindir, ne de faydalı.

إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُتْرَفِينَ (٤٥)

45-) İnnehum kânu kâble zâlike mutrafin.

Diyanet: Çünkü onlar, bundan önce (dünyada varlık içinde) sefahata dalmış ve azgın kimselerdi.

Diyanet Vakfı: Çünkü onlar bundan önce varlık içinde sefahete dalmışlardı.

E. Hamdi Yazır: Çünkü onlar bundan önce varlık içinde sefâhete dalmışlardı.

وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظِيمِ (٤٦)

46-) Ve kânu yusîrrune alelhînsil azim.

Diyanet: Büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı.

Diyanet Vakfı: Büyük günahı işlemekte direnir dururlardı.

E. Hamdi Yazır: Büyük günahı işlemekte ısrar ediyorlardı.

وَكَانُوا يَقُولُونَ أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ (٤٧)

47-) Ve kânu yekulune eizâ mitnâ ve kunnâ turaben ve izâmen einne lemeb'usun.

Diyanet: Diyorlardı ki: "Biz öldükten, toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi bir daha diriltilecekmişiz?"

Diyanet Vakfı: Ve diyorlardı ki: Biz öldükten, toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz?

E. Hamdi Yazır: Ve diyorlardı ki: "Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz?"

أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ (٤٨)

48-) Eve âbâunelevvelun.

Diyanet: "Evvelki atalarımız da mı?"

Diyanet Vakfı: Önceki atalarımız da mı?

E. Hamdi Yazır: "Önceki atalarımızda mı?"

قُلْ إِنَّ الْأَوَّلِينَ وَالْآخِرِينَ (٤٩)

49-) Kul innelevveline vel âhîrin.

Diyanet: De ki: "Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler,"

Diyanet Vakfı: De ki: Hem öncekiler hem de sonrakiler,

E. Hamdi Yazır: De ki: "Öncekiler ve sonrakiler"

لَمَجْمُوعُونَ إِلَى مِيقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ (٥٠)

50-) Lemecmu'une ilâ miykâti yevmim mâ'lum.

Diyanet: "Mutlaka belli bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır."

Diyanet Vakfı: Belli bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır!

E. Hamdi Yazır: "Belli bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır."

ثُمَّ إِنَّكُمْ أَيُّهَا الضَّالُّونَ الْمُكَذِّبُونَ (٥١)

51-) Summe innekum eyyuheddallunelmukezzibun.

Diyanet: Sonra siz ey haktan sapan yalanlayıcılar!

Diyanet Vakfı: Sonra siz ey sapıklar, yalancılar!

E. Hamdi Yazır: Sonra siz, ey sapık yalanlayıcılar!

لَآكِلُونَ مِنْ شَجَرٍ مِنْ زَقُّومٍ (٥٢)

52-) Leâkilune min şecerim min zakkum.

Diyanet: Mutlaka (cehennemde) bir ağaçtan, zakkumdan yiyeceksiniz.

Diyanet Vakfı: Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz.

E. Hamdi Yazır: Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz.

فَمَالِئُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ (٥٣)

53-) Femâliune minhelbutun.

Diyanet: Karınlarınızı ondan dolduracaksınız.

Diyanet Vakfı: Karınlarınızı ondan dolduracaksınız.

E. Hamdi Yazır: Karınlarınızı hep onunla dolduracaksınız.

فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَمِيمِ (٥٤)

54-) Feşâribune âleyhi minelhâmim.

Diyanet: Üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz.

Diyanet Vakfı: Üstüne de kaynar sudan içeceksiniz.

E. Hamdi Yazır: Üstüne de kaynar su içeceksiniz.

فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْهِيمِ (٥٥)

55-) Feşâribune şurbelhim.

Diyanet: Kanmak bilmez susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz.

Diyanet Vakfı: Susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz.

E. Hamdi Yazır: Susuzluk illetine tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz.

هَذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدِّينِ (٥٦)

56-) Hâzâ nuzuluhum yevmeddin.

Diyanet: İşte bu hesap ve ceza gününde onlara ziyafetleridir.

Diyanet Vakfı: İşte ceza gününde onlara sunulacak ziyafet budur!

E. Hamdi Yazır: İşte ceza gününde onlara sunulacak ziyafet budur.

نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ (٥٧)

57-) Nâhnu hâlâknâkum felevlâ tusaddikun.

Diyanet: Sizi biz yarattık. Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz?

Diyanet Vakfı: Sizi biz yarattık. Tasdik etmeniz gerekmez mi?

E. Hamdi Yazır: Biz sizi yarattık; tasdik etmeniz gerekmez mi?

أَفَرَأَيْتُمْ مَا تُمْنُونَ (٥٨)

58-) Efereeytum mâ tumnun.

Diyanet: Attığınız o meniye ne dersiniz?!

Diyanet Vakfı: Söyleyin öyleyse, (rahimlere) döktüğünüz meni nedir?

E. Hamdi Yazır: Attığınız meniyi gördünüz mü?

أَأَنْتُمْ تَخْلُقُونَهُ أَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ (٥٩)

59-) Eentum tahlukunehu em nâhnulhâlikun.

Diyanet: Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?

Diyanet Vakfı: Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz?

E. Hamdi Yazır: Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz?

نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ (٦٠)

60-) Nâhnu kaddernâ beynekumulmevte ve mâ nâhnu bimesbukîn.

Diyanet: Aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.

Diyanet Vakfı: Aranızda ölümü takdir eden biziz. Ve biz, önüne geçilebileceklerden değiliz.

E. Hamdi Yazır: Aranızda ölümü takdir eden biziz ve bizim önümüze geçilmez.

عَلَى أَنْ نُبَدِّلَ أَمْثَالَكُمْ وَنُنْشِئَكُمْ فِي مَا لَا تَعْلَمُونَ (٦١)

61-) Âlâ en nubeddile emsâlekum ve nunşiekum fi mâ lâ ta'lemun.

Diyanet: Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak üzere.

Diyanet Vakfı: Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir âlemde tekrar var edelim diye (ölümü takdir ettik).

E. Hamdi Yazır: Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir yaratılışta tekrar var edelim diye (böyle yapıyoruz).

وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْأَةَ الْأُولَى فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ (٦٢)

62-) Ve lekad âlimtumunneş etel ulâ felevlâ tezekkerun.

Diyanet: Andolsun, birinci yaratılışı(nızı) biliyorsunuz. O hâlde düşünseniz ya!

Diyanet Vakfı: Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?

E. Hamdi Yazır: Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?

أَفَرَأَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَ (٦٣)

63-) Efereeytum mâ tahrusun.

Diyanet: Ektiğiniz tohuma ne dersiniz?!

Diyanet Vakfı: Şimdi bana, ektiğinizi haber verin.

E. Hamdi Yazır: Ektiğinizi gördünüz mü?

أَأَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُ أَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ (٦٤)

64-) Eeentum tezre'unehu em nâhnuzzâriun.

Diyanet: Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?

Diyanet Vakfı: Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?

E. Hamdi Yazır: Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?

لَوْ نَشَاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَامًا فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ (٦٥)

65-) Lev neşâu lece'âlnâhu hutamen fezaltum tefekkehun.

Diyanet: Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz:

Diyanet Vakfı: Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız.

E. Hamdi Yazır: Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık. Hayret eder dururdunuz.

إِنَّا لَمُغْرَمُونَ (٦٦)

66-) İnnâ lemuğramun.

Diyanet: "Muhakkak biz çok ziyandayız!"

Diyanet Vakfı: "Doğrusu borç altına girdik.

E. Hamdi Yazır: "Doğrusu borç altına girdik."

بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ (٦٧)

67-) Bel nâhnu mâhrumun.

Diyanet: "Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!"

Diyanet Vakfı: Daha doğrusu, biz yoksul kaldık" (derdiniz).

E. Hamdi Yazır: "Doğrusu, biz yoksul bırakıldık" (derdiniz).

أَفَرَأَيْتُمُ الْمَاءَ الَّذِي تَشْرَبُونَ (٦٨)

68-) Efereeytumulmâellezi teşrabun.

Diyanet: İçtiğiniz suya ne dersiniz?!

Diyanet Vakfı: Ya içtiğiniz suya ne dersiniz?

E. Hamdi Yazır: İçtiğiniz suya baktınız mı?

أَأَنْتُمْ أَنْزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ أَمْ نَحْنُ الْمُنْزِلُونَ (٦٩)

69-) Eentum enzeltumuhu minelmuzni em nâhnulmunzilun.

Diyanet: Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?

Diyanet Vakfı: Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?

E. Hamdi Yazır: Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?

لَوْ نَشَاءُ جَعَلْنَاهُ أُجَاجًا فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ (٧٠)

70-) Lev neşâ'u ceâlnâhu ucacen felevlâ teşkurun.

Diyanet: Dileseydik onu acı bir su yapardık. O hâlde şükretseydiniz ya!.

Diyanet Vakfı: Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi?

E. Hamdi Yazır: Dileseydik onu tuzlu yapardık. O halde şükretseniz ya!

أَفَرَأَيْتُمُ النَّارَ الَّتِي تُورُونَ (٧١)

71-) Efereeytumunnârelleti turun.

Diyanet: Tutuşturduğunuz ateşe ne dersiniz?!

Diyanet Vakfı: Söyleyin şimdi bana, tutuşturmakta olduğunuz ateşi,

E. Hamdi Yazır: Yaktığınız ateşi gördünüz mü?

أَأَنْتُمْ أَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَهَا أَمْ نَحْنُ الْمُنْشِئُونَ (٧٢)

72-) Eentum enşe'tum şeceretehâ em nâhnul munşiun.

Diyanet: Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?

Diyanet Vakfı: Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?

E. Hamdi Yazır: Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?

نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعًا لِلْمُقْوِينَ (٧٣)

73-) Nâhnu ce'âlnâhâ tezkireten ve metâ'ân lilmukvin.

Diyanet: Biz onu bir ibret ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yarar kaynağı kıldık.

Diyanet Vakfı: Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlerin istifadesi için yarattık.

E. Hamdi Yazır: Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlere bir fayda yaptık.

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ (٧٤)

74-) Fesebbih bismi rabbikel'azim.

Diyanet: O hâlde, O yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt).

Diyanet Vakfı: Öyleyse ulu Rabbinin adını tesbih et.

E. Hamdi Yazır: Öyleyse büyük Rabbinin adını yücelt.

فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ (٧٥)

75-) Felâ uksimu bimevâkî'innucum.

Diyanet: Yıldızların yerlerine yemin ederim ki,

Diyanet Vakfı: Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim ki,

E. Hamdi Yazır: Hayır, yıldızların yerlerine yemin ederim.

وَإِنَّهُ لَقَسَمٌ لَوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ (٧٦)

76-) Ve innehu lekasemun lev ta'lemune azim.

Diyanet: Eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir.

Diyanet Vakfı: Bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir.

E. Hamdi Yazır: Bilirseniz bu büyük bir yemindir.

إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ (٧٧)

77-) İnnehu le kur'ânun kerim.

Diyanet: O, elbette değerli bir Kur'an'dır.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz bu, değerli bir Kur'an'dır,

E. Hamdi Yazır: O, elbette şerefli bir Kur'ân'dır.

فِي كِتَابٍ مَكْنُونٍ (٧٨)

78-) Fi kitabim meknun.

Diyanet: Korunmuş bir kitaptadır.

Diyanet Vakfı: Korunmuş bir kitaptır.

E. Hamdi Yazır: Korunmuş bir kitaptadır.

لَا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ (٧٩)

79-) Lâ yemessuhu illelmutahherun.

Diyanet: Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir.

Diyanet Vakfı: Ona ancak temizlenenler dokunabilir.

E. Hamdi Yazır: Ona temizlenenlerden başkası el süremez.

تَنْزِيلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ (٨٠)

80-) Tenzilun min rabbil âlemin.

Diyanet: Âlemlerin Rabb'inden indirilmedir.

Diyanet Vakfı: O, âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.

E. Hamdi Yazır: (O), âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.

أَفَبِهَذَا الْحَدِيثِ أَنْتُمْ مُدْهِنُونَ (٨١)

81-) Efebihâzelhâdisi entum mudhinun.

Diyanet: Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz,

Diyanet Vakfı: Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz?

E. Hamdi Yazır: Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz?

وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ (٨٢)

82-) Ve tec'âlune rizkakum ennekum tukezzibun.

Diyanet: Ve Allah'ın verdiği rızka O'nu yalanlayarak mı şükrediyorsunuz?

Diyanet Vakfı: Allah'ın verdiği rızka karşı şükrü, onu yalanlamakla mı yerine getiriyorsunuz?

E. Hamdi Yazır: Rızkınızı, yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz?

فَلَوْلَا إِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ (٨٣)

83-) Felevlâ izâ beleğâtilhulkum.

Diyanet: Can boğaza geldiğinde, onu geri döndürsenize!

Diyanet Vakfı: Hele can boğaza dayandığı zaman,

E. Hamdi Yazır: Can boğaza dayandığı zaman

وَأَنْتُمْ حِينَئِذٍ تَنْظُرُونَ (٨٤)

84-) Ve entum hîneizin tenzurun.

Diyanet: Oysa siz o zaman bakıp durursunuz.

Diyanet Vakfı: O vakit siz bakar durursunuz.

E. Hamdi Yazır: Ki o zaman siz (ölmek üzere olana) bakar durursunuz.

وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْكُمْ وَلَكِنْ لَا تُبْصِرُونَ (٨٥)

85-) Ve nâhnu akrabu ileyhi minkum ve lâkin lâ tubsîrun.

Diyanet: Biz ise ona sizden daha yakınız. Fakat siz göremezsiniz.

Diyanet Vakfı: (O anda) biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz.

E. Hamdi Yazır: Biz ona sizden daha yakınız, fakat siz görmezsiniz.

فَلَوْلَا إِنْ كُنْتُمْ غَيْرَ مَدِينِينَ (٨٦)

86-) Felevlâ in kuntum ğâyre medinin.

Diyanet: Eğer hesaba çekilmeyecekseniz,

Diyanet Vakfı: Madem ki ceza görmeyecekmişsiniz,

E. Hamdi Yazır: Eğer cezalandırılmayacak iseniz,

تَرْجِعُونَهَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (٨٧)

87-) Terci'uneha in kuntum sadikîn.

Diyanet: Ve doğru söyleyenler iseniz, onu geri döndürsenize!

Diyanet Vakfı: Onu (canı) geri çevirsenize, şayet iddianızda doğru iseniz!

E. Hamdi Yazır: Onu geri çevirsenize; şayet iddianızda doğru iseniz.

فَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ (٨٨)

88-) Feemmâ in kâne minelmukarrabin.

Diyanet: Fakat (ölen kişi) Allah'a yakın kılınmışlardan ise,

Diyanet Vakfı: Fakat (ölen kişi Allah'a) yakın olanlardan ise,

E. Hamdi Yazır: Fakat ölen kişiye gelince, eğer o rahmete yaklaştırılanlardan ise,

فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَعِيمٍ (٨٩)

89-) Feravhun ve reyhânun ve cennetu nâ'im.

Diyanet: Ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır.

Diyanet Vakfı: Ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır.

E. Hamdi Yazır: Ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır.

وَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ (٩٠)

90-) Ve emmâ in kâne min âshâbilyemin.

Diyanet: Eğer Ahiret mutluluğuna ermiş kişilerden ise,

Diyanet Vakfı: Eğer o sağdakilerden ise,

E. Hamdi Yazır: Eğer O, sağın adamlarından ise,

فَسَلَامٌ لَكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ (٩١)

91-) Feselâmun leke min âshâbilyemin.

Diyanet: Kendisine, "Selâm sana Ahiret mutluluğuna ermişlerden!" denir.

Diyanet Vakfı: "Ey sağdaki! Sana selam olsun!"

E. Hamdi Yazır: "(Ey sağcı), sana sağcılardan selam!"

وَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ (٩٢)

92-) Ve emmâ in kâne minelmukezzibineddallin.

Diyanet: Ama haktan sapan yalancılardan ise,

Diyanet Vakfı: Ama yalanlayıcı sapıklardan ise,

E. Hamdi Yazır: Ama yalanlayıcı sapıklardan ise;

فَنُزُلٌ مِنْ حَمِيمٍ (٩٣)

93-) Fenuzulum min hamim.

Diyanet: İşte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır.

Diyanet Vakfı: İşte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır!

E. Hamdi Yazır: İşte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır.

وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ (٩٤)

94-) Ve tasliyetu cahîm.

Diyanet: Bir de cehenneme atılma vardır.

Diyanet Vakfı: Ve (onun sonu) cehenneme atılmaktır.

E. Hamdi Yazır: Ve cehenneme atılma vardır.

إِنَّ هَذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ (٩٥)

95-) İnne hâzâ lehuve hâkkulyâkîn.

Diyanet: Şüphesiz bu, kesin gerçektir.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz ki bu, kesin gerçektir.

E. Hamdi Yazır: Kesin gerçek budur işte.

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ (٩٦)

96-) Fesebbih bismi rabbikel azîm.

Diyanet: Öyleyse yüce Rabbinin adını tesbih et.

Diyanet Vakfı: Öyleyse ulu Rabbinin adını tenzih ile an.

E. Hamdi Yazır: Öyle ise Rabbini o büyük ismiyle tesbih et.

Diğer Sitelerimiz



Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. Ses dosyaları da eklenecektir.

İletişim