وَالطُّورِ (١)
1-)
Diyanet: Tûr'a, andolsun ki,
Diyanet Vakfı: Tûr'a, andolsun ki,
E. Hamdi Yazır: Andolsun Tûr'a,
وَكِتَابٍ مَسْطُورٍ (٢)
2-)
Diyanet: Düzenle yazılmış kitaba,
Diyanet Vakfı: Satır satır yazılmış Kitab'a,
E. Hamdi Yazır: Satır satır yazılmış kitaba,
فِي رَقٍّ مَنْشُورٍ (٣)
3-)
Diyanet: Yayılmış ince deri üzerine
Diyanet Vakfı: Yayılmış ince deri üzerine,
E. Hamdi Yazır: Yayılmış ince deri üzerine.
وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِ (٤)
4-)
Diyanet: "Beyt-i Ma'mur"a,
Diyanet Vakfı: Beyt-i Ma'mûr'a,
E. Hamdi Yazır: Ma'mur eve,
وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِ (٥)
5-)
Diyanet: Yükseltilmiş tavana (göğe),
Diyanet Vakfı: Yükseltilmiş tavana(göğe),
E. Hamdi Yazır: Yükseltilmiş tavana,
وَالْبَحْرِ الْمَسْجُورِ (٦)
6-)
Diyanet: Kabaran denize andolsun ki,
Diyanet Vakfı: Kaynatılmış denize (bunlara andolsun ki),
E. Hamdi Yazır: Kaynatılmış denize, (andolsun ki)
إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِعٌ (٧)
7-)
Diyanet: Şüphesiz Rabbinin azabı mutlaka gerçekleşecektir.
Diyanet Vakfı: Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır.
E. Hamdi Yazır: Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır.
مَا لَهُ مِنْ دَافِعٍ (٨)
8-)
Diyanet: Onu geri çevirecek hiçbir şey yoktur.
Diyanet Vakfı: Ona engel olacak hiçbir şey yoktur.
E. Hamdi Yazır: Ona engel olacak (hiçbir şey de) yoktur.
يَوْمَ تَمُورُ السَّمَاءُ مَوْرًا (٩)
9-)
Diyanet: O gün gök şiddetle sallanıp çalkalanır.
Diyanet Vakfı: O gün gök sallanıp çalkalanır.
E. Hamdi Yazır: O gün gök, bir çalkanış çalkalanır
وَتَسِيرُ الْجِبَالُ سَيْرًا (١٠)
10-)
Diyanet: Dağlar yürüdükçe yürür.
Diyanet Vakfı: Dağlar yürüdükçe yürür.
E. Hamdi Yazır: Dağlar da bir yürüyüş yürür.
فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (١١)
11-)
Diyanet: İşte o gün, içine daldıkları dünya zevki içinde eğlenip oyalanan yalanlayıcıların vay hâline!
Diyanet Vakfı: Yalanlayanların vay haline o gün!
E. Hamdi Yazır: Vay haline o gün yalanlayanların!
الَّذِينَ هُمْ فِي خَوْضٍ يَلْعَبُونَ (١٢)
12-)
Diyanet: İşte o gün, içine daldıkları dünya zevki içinde eğlenip oyalanan yalanlayıcıların vay hâline!
Diyanet Vakfı: Ki onlar daldıkları bâtıl içinde oyalanıp duranlardır.
E. Hamdi Yazır: Ki onlar, daldıkları bir batak (bâtıl)da oynayıp duruyorlar.
يَوْمَ يُدَعُّونَ إِلَى نَارِ جَهَنَّمَ دَعًّا (١٣)
13-)
Diyanet: Cehennem ateşine itilip atılacakları gün onlara, "İşte bu yalanlamakta olduğunuz ateştir" denilir.
Diyanet Vakfı: O gün cehennem ateşine itilip atılırlar :
E. Hamdi Yazır: O gün onlar cehennem ateşine itilip kakılacaklar.
هَذِهِ النَّارُ الَّتِي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ (١٤)
14-)
Diyanet: Cehennem ateşine itilip atılacakları gün onlara, "İşte bu yalanlamakta olduğunuz ateştir" denilir.
Diyanet Vakfı: "İşte yalanlayıp durduğunuz ateş budur!" denilir.
E. Hamdi Yazır: (Onlara): "İşte yalanlayıp durduğunuz ateş budur" (denilecek).
أَفَسِحْرٌ هَذَا أَمْ أَنْتُمْ لَا تُبْصِرُونَ (١٥)
15-)
Diyanet: "Bu Kur'an mı bir büyü imiş, yoksa siz mi (gerçeği) göremiyormuşsunuz?"
Diyanet Vakfı: Bir büyü müdür bu, yoksa görmüyor musunuz?
E. Hamdi Yazır: "Bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz?
اصْلَوْهَا فَاصْبِرُوا أَوْ لَا تَصْبِرُوا سَوَاءٌ عَلَيْكُمْ إِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (١٦)
16-)
Diyanet: "Girin oraya. İster dayanın, ister dayanmayın, sizin için birdir. Size ancak yapmakta olduğunuzun karşılığı veriliyor."
Diyanet Vakfı: Girin oraya, sabretseniz de sabretmeseniz de artık sizin için birdir. Siz ancak yaptıklarınızın karşılığına çarptırılacaksınız.
E. Hamdi Yazır: Girin oraya, ister sabredin ister etmeyin artık sizin için birdir. Siz hep yaptıklarınıza göre cezalandırılacaksınız" (denilecek).
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَعِيمٍ (١٧)
17-)
Diyanet: Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar Rablerinin, kendilerine verdiği şeylerle zevk ve mutluluk duyarak cennetlerde ve nimetler içinde bulunurlar. Rableri onları cehennem azabından korumuştur.
Diyanet Vakfı: Şüphesiz (kötülüklerden) korunanlar cennetlerde ve nimet içindedirler.
E. Hamdi Yazır: Şüphesiz (günahlardan) korunanlar da cennetlerde, nimetler içindedirler.
فَاكِهِينَ بِمَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ وَوَقَاهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ (١٨)
18-)
Diyanet: Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar Rablerinin, kendilerine verdiği şeylerle zevk ve mutluluk duyarak cennetlerde ve nimetler içinde bulunurlar. Rableri onları cehennem azabından korumuştur.
Diyanet Vakfı: Rablerinin kendilerine verdikleriyle sefâ sürerler, (Zira) Rableri onları, cehennem azabından korumuştur.
E. Hamdi Yazır: Rablerinin kendilerine verdiği ile zevk ü sefâ sürerler. Rableri onları, cehennem azabından korumuştur.
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (١٩)
19-)
Diyanet: Onlara, "Dünya'da yapmakta olduklarınızın karşılığında, sıra sıra dizilmiş koltuklara dayanarak afiyetle yiyin için" denir. Biz, onlara, iri gözlü güzel hurileri eş olarak vermişizdir.
Diyanet Vakfı: Onlara: Yaptıklarınıza karşılık âfiyetle yeyin,için (denilir).
E. Hamdi Yazır: (Onlara): "Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yeyin, için" (denilir.)
مُتَّكِئِينَ عَلَى سُرُرٍ مَصْفُوفَةٍ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ عِينٍ (٢٠)
20-)
Diyanet: Onlara, "Dünya'da yapmakta olduklarınızın karşılığında, sıra sıra dizilmiş koltuklara dayanarak afiyetle yiyin için" denir. Biz, onlara, iri gözlü güzel hurileri eş olarak vermişizdir.
Diyanet Vakfı: " Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak"Onları,ceylan gözlü hûrilerle evlendirmişizdir:
E. Hamdi Yazır: Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanırlar. Ayrıca biz onları ceylan gözlü hûrilerle evlendirdik.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِإِيمَانٍ أَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَا أَلَتْنَاهُمْ مِنْ عَمَلِهِمْ مِنْ شَيْءٍ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَهِينٌ (٢١)
21-)
Diyanet: İman eden ve nesilleri de iman konusunda kendilerinin yoluna uyanlar var ya, biz onların nesillerini kendilerine kattık. Bununla beraber onların amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazandığı karşılığında rehindir.
Diyanet Vakfı: İman eden ve soylarından gelenlerde, imanda kendilerine tâbi olanlar (var ya)! İşte biz, onların nesillerini de kendilerine kattık. Onların amellerinden de bir şey eksiltmedik. Herkes kazandıklarına karşı bir rehindir.
E. Hamdi Yazır: İman edip zürriyetleri de iman ile kendilerine tâbi olanlar (yok mu?); işte biz, onların nesillerini de kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden birşey de eksiltmedik. Herkes kendi kazandığına bağlıdır.
وَأَمْدَدْنَاهُمْ بِفَاكِهَةٍ وَلَحْمٍ مِمَّا يَشْتَهُونَ (٢٢)
22-)
Diyanet: Onlara canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik.
Diyanet Vakfı: Onlara canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik.
E. Hamdi Yazır: Onlara canlarının istediği meyvalar ve etlerden bol bol verdik.
يَتَنَازَعُونَ فِيهَا كَأْسًا لَا لَغْوٌ فِيهَا وَلَا تَأْثِيمٌ (٢٣)
23-)
Diyanet: Orada, (içilince) boş söz söyletmeyen, günah işletmeyen dolu bir kadehi elden ele dolaştırırlar.
Diyanet Vakfı: Orada karşılıklı kadeh tokuştururlar, ama burada (içki yüzünden) ne saçmalama vardır ne de günaha girme.
E. Hamdi Yazır: Orada bir kadeh kapışırlar ki, onda ne bir saçmalama vardır, ne de günaha sokma.
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ لَهُمْ كَأَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ مَكْنُونٌ (٢٤)
24-)
Diyanet: Hizmetlerine verilmiş, kabuğunda saklı inci gibi gençler etraflarında dönüp dolaşırlar.
Diyanet Vakfı: Hizmetlerine verilmiş, (kabuğunda) saklı inci gibi gençler etraflarında dönüp dolaşırlar.
E. Hamdi Yazır: Kendilerine ait bir takım hizmetçiler de onların etrafında dönerler. Bu gençler sanki sedefleri içine gizlenmiş inci gibidirler.
وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ (٢٥)
25-)
Diyanet: Birbirlerine dönüp ("Ne iyilik yaptınız da bu nimetlere ulaştınız?" diye) sorarlar.
Diyanet Vakfı: Cennettekiler birbirlerine dönüp sorarlar:
E. Hamdi Yazır: Birbirlerine yönelip soruyorlar.
قَالُوا إِنَّا كُنَّا قَبْلُ فِي أَهْلِنَا مُشْفِقِينَ (٢٦)
26-)
Diyanet: Derler ki: "Şüphesiz daha önce biz, ailemiz içinde yaşarken (Allah'a isyandan) korkardık."
Diyanet Vakfı: Derler ki: "Daha önce biz, aile çevremiz içinde bile (ilâhî azaptan) korkardık."
E. Hamdi Yazır: Ve diyorlar ki: "Gerçekte biz daha önce (dünya hayatında) âilemiz içinde (âkibetimizden) korkardık".
فَمَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا وَوَقَانَا عَذَابَ السَّمُومِ (٢٧)
27-)
Diyanet: "Allah da bize lütfetti ve bizi iliklere işleyen cehennem azabından korudu."
Diyanet Vakfı: "Allah bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azaptan korudu."
E. Hamdi Yazır: "Allah bize lutfetti de bizi (vücûdun) içine işleyen (kavurucu) azabdan korudu."
إِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلُ نَدْعُوهُ إِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّحِيمُ (٢٨)
28-)
Diyanet: "Gerçekten biz bundan önce O'na yalvarıyorduk. Şüphesiz O, iyilik edendir, çok merhametlidir."
Diyanet Vakfı: "Gerçekten biz bundan önce O'na yalvarıyorduk. Çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak O'dur."
E. Hamdi Yazır: "Gerçekten biz bundan önce O'na yalvarıyorduk. Çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak O'dur."
فَذَكِّرْ فَمَا أَنْتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍ (٢٩)
29-)
Diyanet: (Ey Muhammed!) O hâlde, sen öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde, sen ne bir kâhinsin, ne de bir deli.
Diyanet Vakfı: (Resûlüm!) Sen öğüt ver. Rabbinin lütfuyla sen ne bir kâhinsin, ne de bir deli.
E. Hamdi Yazır: (Ey Muhammed!) sen hatırlat, öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde sen ne kâhinsin, ne de mecnûn.
أَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِهِ رَيْبَ الْمَنُونِ (٣٠)
30-)
Diyanet: Yoksa onlar, "O bir şairdir; onun, zamanın felaketlerine uğramasını bekliyoruz" mu diyorlar?
Diyanet Vakfı: Yoksa onlar: (O,) bir şairdir; onun, zamanın felâketlerine uğramasını bekliyoruz mu diyorlar?
E. Hamdi Yazır: Yoksa onlar (senin için): "Bir şâirdir, zamanın felaketlerine çarpılmasını gözetliyoruz." mu diyorlar?
قُلْ تَرَبَّصُوا فَإِنِّي مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّصِينَ (٣١)
31-)
Diyanet: Onlara de ki: "Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim."
Diyanet Vakfı: De ki: Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.
E. Hamdi Yazır: De ki: Bekleyin, çünkü ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.
أَمْ تَأْمُرُهُمْ أَحْلَامُهُمْ بِهَذَا أَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ (٣٢)
32-)
Diyanet: Bunu kendilerine akılları mı emrediyor, yoksa onlar azgın bir topluluk mudur?
Diyanet Vakfı: Onlara akılları mı bunu emreder, yoksa onlar, azgın bir topluluk mudur?
E. Hamdi Yazır: Onların akılları mı bunu emreder yoksa onlar azgın bir topluluk mudur?
أَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُ بَلْ لَا يُؤْمِنُونَ (٣٣)
33-)
Diyanet: Yoksa "O Kur'an'ı kendisi uydurup söyledi" mi diyorlar? Hayır, (sırf inatlarından dolayı) iman etmiyorlar.
Diyanet Vakfı: Yahut "Onu kendisi uydurdu!" mu diyorlar? Hayır, onlar iman etmezler.
E. Hamdi Yazır: Yoksa "Onu uydurdu" mu diyorlar? Hayır onlar inanmıyorlar.
فَلْيَأْتُوا بِحَدِيثٍ مِثْلِهِ إِنْ كَانُوا صَادِقِينَ (٣٤)
34-)
Diyanet: Eğer doğru söyleyenler iseler, haydi onun gibi bir söz getirsinler!
Diyanet Vakfı: Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz getirsinler.
E. Hamdi Yazır: Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz meydana getirsinler.
أَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ أَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ (٣٥)
35-)
Diyanet: Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?
Diyanet Vakfı: Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?
E. Hamdi Yazır: Yoksa onlar, hiçbir şey olmadan (yani yaratıcısız) mı yaratıldılar? Yoksa kendileri yaratıcı mıdırlar?
أَمْ خَلَقُوا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بَلْ لَا يُوقِنُونَ (٣٦)
36-)
Diyanet: Yoksa, gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar kesin olarak inanmıyorlar.
Diyanet Vakfı: Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır! Onlar bir türlü anlayıp inanmazlar.
E. Hamdi Yazır: Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar düşünüp hakikati anlamazlar.
أَمْ عِنْدَهُمْ خَزَائِنُ رَبِّكَ أَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَ (٣٧)
37-)
Diyanet: Yoksa, Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Ya da her şeye hâkim olan kendileri midir?
Diyanet Vakfı: Yahut Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Ya da her şeye hakim olan kendileri midir?
E. Hamdi Yazır: Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yahut hâkim (her şeyin yöneticisi) kendileri midir?
أَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ فِيهِ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُمْ بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ (٣٨)
38-)
Diyanet: Yoksa onların, kendisi vasıtasıyla (ilâhî vahyi) dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? (Eğer varsa) dinleyenleri, açık bir delil getirsin!
Diyanet Vakfı: Yoksa onların, üzerine çıkıp gizli sırları dinledikleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsinler.
E. Hamdi Yazır: Yoksa kendilerine mahsus (üzerine çıkıp sırları) dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsin.
أَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَ (٣٩)
39-)
Diyanet: Yoksa, kızlar O'na (Allah'a) da oğullar size mi?
Diyanet Vakfı: Yoksa kızlar O'nun, oğullar da sizin mi?
E. Hamdi Yazır: Demek kızlar O'na, oğullar size öyle mi?
أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَ (٤٠)
40-)
Diyanet: Yoksa sen onlardan (tebliğ görevine karşılık) bir ücret istiyorsun da onlar, borçtan ağır bir yük altında mı kalmışlardır?
Diyanet Vakfı: Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar ağır bir borç altında eziliyorlar mı?
E. Hamdi Yazır: Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?
أَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ (٤١)
41-)
Diyanet: Yoksa, gayb ilmi onların yanında da ondan mı yazıyorlar?
Diyanet Vakfı: Yoksa gayba ait bilgiler kendi yanlarında da, onlar mı yazıyorlar?
E. Hamdi Yazır: Yoksa gayb kendilerinin yanında da onlar mı yazıyorlar?
أَمْ يُرِيدُونَ كَيْدًا فَالَّذِينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَكِيدُونَ (٤٢)
42-)
Diyanet: Yoksa, bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Asıl, inkâr edenler tuzağa düşecek olanlardır.
Diyanet Vakfı: Yahut bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Asıl tuzağa düşecek olanlar, inkâr edenlerdir.
E. Hamdi Yazır: Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o küfredenlerin kendileri tuzağa düşeceklerdir.
أَمْ لَهُمْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ (٤٣)
43-)
Diyanet: Yoksa, onların Allah'tan başka bir ilâhı mı var? Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır.
Diyanet Vakfı: Veya onların Allah'tan başka bir tanrısı mı var? Allah, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır.
E. Hamdi Yazır: Yoksa onların Allah'tan başka bir ilâhı mı var? Allah, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır.
وَإِنْ يَرَوْا كِسْفًا مِنَ السَّمَاءِ سَاقِطًا يَقُولُوا سَحَابٌ مَرْكُومٌ (٤٤)
44-)
Diyanet: Gökten düşmekte olan parçalar görseler, "Bunlar, üst üste yığılmış bulutlardır" derler.
Diyanet Vakfı: Gökten düşen bir kütle görseler "Üst üste yığılmış bulutlardır" derler.
E. Hamdi Yazır: Gökten bir parçanın düştüğünü görseler, "Üst üste yığılmış bulutlardır." derler.
فَذَرْهُمْ حَتَّى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي فِيهِ يُصْعَقُونَ (٤٥)
45-)
Diyanet: Artık sen çarpılacakları günlerine kadar onları kendi hâllerine bırak.
Diyanet Vakfı: Artık çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar onları kendi hallerine bırak.
E. Hamdi Yazır: Artık çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar onları (kendi hallerine) bırak.
يَوْمَ لَا يُغْنِي عَنْهُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ (٤٦)
46-)
Diyanet: O gün tuzakları kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir ve kendilerine yardım da edilmeyecektir.
Diyanet Vakfı: O gün planları kendilerine hiçbir fayda vermez ve yardım da görmezler.
E. Hamdi Yazır: O gün hiçbir tedbirlerinin kendilerine zerre kadar faydası olmayacak ve hiçbir şekilde yardım da görmeyeceklerdir.
وَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا عَذَابًا دُونَ ذَلِكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ (٤٧)
47-)
Diyanet: Şüphesiz zulmedenlere bundan başka bir azap daha var. Fakat onların çoğu bilmezler.
Diyanet Vakfı: Şüphesiz zulmedenlere, ondan başka da azap vardır. Fakat çokları bilmezler.
E. Hamdi Yazır: Şüphesiz o zulmedenlere ondan başka da azab vardır. Fakat çokları bilmezler.
وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَإِنَّكَ بِأَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ حِينَ تَقُومُ (٤٨)
48-)
Diyanet: Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin, kalktığında Rabbini hamd ile tespih et.
Diyanet Vakfı: Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin. Kalktığın zaman da Rabbini hamd ile tesbih et.
E. Hamdi Yazır: Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin. Kalktığın zaman Rabbini hamd ile tesbih et.
وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَإِدْبَارَ النُّجُومِ (٤٩)
49-)
Diyanet: Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışı sırasında O'nu tespih et.
Diyanet Vakfı: Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışından sonra da O'nu tesbih et.
E. Hamdi Yazır: Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışında da O'nu tesbih et
Diğer Sitelerimiz
Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. Ses dosyaları da eklenecektir.