Şuara Suresi Diyanet Meali (Şu'arâ Sûresî)

طسم. (١)

1-) Tâ Sîn Mîm.

تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ. (٢)

2-) Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir.

لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ. (٣)

3-) Ey Muhammed! Mü'min olmuyorlar diye âdeta kendini helâk edeceksin!

إِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَاءِ آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ. (٤)

4-) Biz dilesek, onlara gökten bir mucize indiririz de, ona boyun eğmek zorunda kalırlar.

وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمَنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ. (٥)

5-) Rahmân'dan kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler.

فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْتِيهِمْ أَنْبَاءُ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ. (٦)

6-) Onlar (Allah'ın âyetlerini) yalanladılar, fakat alay edegeldikleri şeylerin haberleri başlarına gelecek.

أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الْأَرْضِ كَمْ أَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ. (٧)

7-) Yeryüzüne bakmazlar mı, orada her türden nice güzel ve yararlı bitkiler bitirdik.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ. (٨)

8-) Şüphesiz bunlarda (Allah'ın varlığına) bir delil vardır, ama onların çoğu inanmamaktadırlar.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ. (٩)

9-) Şüphesiz senin Rabbin, elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.

وَإِذْ نَادَى رَبُّكَ مُوسَى أَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ. (١٠)

10-) Hani Rabbin, Mûsâ'ya; "Zalimler topluluğuna,

قَوْمَ فِرْعَوْنَ أَلَا يَتَّقُونَ. (١١)

11-) Firavun'un kavmine git! Başlarına geleceklerden hâlâ korkmuyorlar mı?" diye seslenmişti.

قَالَ رَبِّ إِنِّي أَخَافُ أَنْ يُكَذِّبُونِ. (١٢)

12-) Mûsâ, şöyle dedi: "Ey Rabbim! Muhakkak ki ben, beni yalanlamalarından korkuyorum."

وَيَضِيقُ صَدْرِي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَانِي فَأَرْسِلْ إِلَى هَارُونَ. (١٣)

13-) "Göğsüm daralır. Akıcı konuşamam. Onun için, Hârûn'a da peygamberlik ver (ve onu bana yardımcı yap)."

وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَأَخَافُ أَنْ يَقْتُلُونِ. (١٤)

14-) "Bir de onlara karşı ben suçlu durumundayım. Bu yüzden onların beni öldürmelerinden korkarım."

قَالَ كَلَّا فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا إِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ. (١٥)

15-) Allah dedi ki, "Hayır, korkma! Mucizelerimizle gidin. Çünkü biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz."

فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَا إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ. (١٦)

16-) "Firavun'a gidin ve deyin: "Şüphesiz biz âlemlerin Rabbinin elçisiyiz",

أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ. (١٧)

17-) "İsrailoğullarını bizimle beraber gönder."

قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ. (١٨)

18-) Firavun, şöyle dedi: "Seni biz küçük bir çocuk olarak alıp aramızda büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirdin."

وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنْتَ مِنَ الْكَافِرِينَ. (١٩)

19-) "(Böyle iken) sen o yaptığın işi yaptın (adam öldürdün). Sen nankörlerdensin."

قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ. (٢٠)

20-) Mûsâ, şöyle dedi: "Ben onu, o vakit kendimi kaybetmiş bir hâlde iken (istemeyerek) yaptım."

فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ. (٢١)

21-) "Sizden korktuğum için de hemen aranızdan kaçtım. Derken, Rabbim bana hüküm ve hikmet bahşetti de beni peygamberlerden kıldı."

وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ أَنْ عَبَّدْتَ بَنِي إِسْرَائِيلَ. (٢٢)

22-) "Senin başıma kaktığın bu nimet (gerçekte) İsrailoğullarını köleleştirmen(in neticesi)dir."

قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ. (٢٣)

23-) Firavun, "Âlemlerin Rabbi de nedir?" dedi.

قَالَ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِنْ كُنْتُمْ مُوقِنِينَ. (٢٤)

24-) Mûsâ, "O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanırsanız bu böyledir."

قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُ أَلَا تَسْتَمِعُونَ. (٢٥)

25-) Firavun, etrafındakilere (alaycı bir ifade ile) "dinlemez misiniz?" dedi.

قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ. (٢٦)

26-) Mûsâ, "O, sizin de Rabbiniz, geçmiş atalarınızın da Rabbidir" dedi.

قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذِي أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ. (٢٧)

27-) Firavun, "Bu size gönderilen peygamberiniz, şüphesiz delidir" dedi.

قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ. (٢٨)

28-) Mûsâ, "O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin de Rabbidir. Eğer düşünüyorsanız bu, böyledir" dedi.

قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ إِلَهًا غَيْرِي لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونِينَ. (٢٩)

29-) Firavun, "Eğer benden başka bir ilâh edinirsen, andolsun seni zindana atılanlardan ederim."

قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُبِينٍ. (٣٠)

30-) Mûsâ, "Sana apaçık bir delil getirmiş olsam da mı?" dedi.

قَالَ فَأْتِ بِهِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ. (٣١)

31-) Firavun, "Doğru söyleyenlerden isen haydi getir onu," dedi.

فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُبِينٌ. (٣٢)

32-) Bunun üzerine Mûsâ, asasını attı, bir de ne görsünler, asa açıkça kocaman bir yılan olmuş.

وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاءُ لِلنَّاظِرِينَ. (٣٣)

33-) Elini koynundan çıkardı, bir de ne görsünler, bakanlara bembeyaz olmuş.

قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ. (٣٤)

34-) Firavun, çevresindeki ileri gelenlere, "Şüphesiz bu, bilgin bir sihirbazdır" dedi.

يُرِيدُ أَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ أَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ. (٣٥)

35-) "Sizi, yaptığı sihirle, yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne dersiniz?"

قَالُوا أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ. (٣٦)

36-) Dediler ki: "Onu ve kardeşini alıkoy. Şehirlere de toplayıcı adamlar gönder."

يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍ. (٣٧)

37-) "Sana bütün usta sihirbazları getirsinler."

فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِمِيقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ. (٣٨)

38-) Böylece sihirbazlar, belli bir günün belirlenen bir vaktinde bir araya getirildiler.

وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَ. (٣٩)

39-) İnsanlara da "Siz de toplanır mısınız?" denildi.

لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ إِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ. (٤٠)

40-) "Umarız, üstün gelirlerse sihirbazlara uyarız" (dediler.)

فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ. (٤١)

41-) Sihirbazlar gelince, Firavun'a, "Eğer biz üstün gelirsek, gerçekten bize bir mükâfat var mı?" dediler.

قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًا لَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ. (٤٢)

42-) Firavun, "Evet, hem o takdirde mutlaka bana yakın kimselerden olacaksınız" dedi.

قَالَ لَهُمْ مُوسَى أَلْقُوا مَا أَنْتُمْ مُلْقُونَ. (٤٣)

43-) Mûsâ onlara, "Hadi ortaya atacağınız şeyi atın" dedi.

فَأَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ. (٤٤)

44-) Bunun üzerine onlar iplerini ve değneklerini attılar ve "Firavun'un gücüyle elbette bizler üstün geleceğiz" dediler.

فَأَلْقَى مُوسَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ. (٤٥)

45-) Mûsâ da asasını attı. Bir de ne görsünler, asa onların düzdükleri sihir takımlarını yutuyor.

فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ. (٤٦)

46-) Bunun üzerine sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.

قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ. (٤٧)

47-) "Âlemlerin Rabbine inandık" dediler.

رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ. (٤٨)

48-) "Mûsâ'nın ve Hârûn'un Rabbi'ne."

قَالَ آمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ. (٤٩)

49-) Firavun, "Ben size izin vermeden ona inandınız ha? Mutlaka o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Yakında bilip göreceksiniz siz! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım" dedi.

قَالُوا لَا ضَيْرَ إِنَّا إِلَى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَ. (٥٠)

50-) Sihirbazlar şöyle dediler: "Zararı yok, mutlaka Rabbimize döneceğiz."

إِنَّا نَطْمَعُ أَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَا أَنْ كُنَّا أَوَّلَ الْمُؤْمِنِينَ. (٥١)

51-) "(Burada) ilk inananlar biz olduğumuz için şüphesiz Rabbimizin, hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz."

وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي إِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ. (٥٢)

52-) Biz Mûsâ'ya, "Kullarımı geceleyin yola çıkar, muhakkak ki takip edileceksiniz" diye vahyettik.

فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ. (٥٣)

53-) Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.

إِنَّ هَؤُلَاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ. (٥٤)

54-) Dedi ki, "Bunlar pek az ve önemsiz bir topluluktur."

وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَائِظُونَ. (٥٥)

55-) "Şüphesiz onlar bize öfke duyuyorlar."

وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَاذِرُونَ. (٥٦)

56-) "Ama biz uyanık ve tedbirli bir topluluğuz."

فَأَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ. (٥٧)

57-) Biz de Firavun'un kavmini bahçelerden, pınar başlarından,

وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ. (٥٨)

58-) servetlerden ve iyi bir konumdan çıkardık.

كَذَلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا بَنِي إِسْرَائِيلَ. (٥٩)

59-) İşte böyle yaptık ve onlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık.

فَأَتْبَعُوهُمْ مُشْرِقِينَ. (٦٠)

60-) Firavun ve adamları gün doğarken onları takibe koyuldular.

فَلَمَّا تَرَاءَى الْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَابُ مُوسَى إِنَّا لَمُدْرَكُونَ. (٦١)

61-) İki topluluk birbirini görünce Mûsâ'nın arkadaşları, "Eyvah yakalandık" dediler.

قَالَ كَلَّا إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِ. (٦٢)

62-) Mûsâ, "Hayır! Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir" dedi.

فَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَ فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظِيمِ. (٦٣)

63-) Bunun üzerine Mûsâ'ya, "Asan ile denize vur" diye vahyettik. Deniz derhal yarıldı. Her parçası koca bir dağ gibiydi.

وَأَزْلَفْنَا ثَمَّ الْآخَرِينَ. (٦٤)

64-) Ötekileri de oraya yaklaştırdık.

وَأَنْجَيْنَا مُوسَى وَمَنْ مَعَهُ أَجْمَعِينَ. (٦٥)

65-) Mûsâ'yı ve beraberindekilerin hepsini kurtardık.

ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ. (٦٦)

66-) Sonra ötekileri suda boğduk.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ. (٦٧)

67-) Bunda şüphesiz bir ibret vardır. Ama pek çokları iman etmiş değillerdi.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ. (٦٨)

68-) Şüphesiz ki senin Rabbin elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ. (٦٩)

69-) Ey Muhammed! Onlara İbrahim'in haberini de oku.

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ. (٧٠)

70-) Hani o, babasına ve kavmine, "Neye tapıyorsunuz?" demişti.

قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ. (٧١)

71-) "Putlara tapıyoruz ve onlara tapmağa devam edeceğiz" demişlerdi.

قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ. (٧٢)

72-) İbrahim, dedi ki: "Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı?"

أَوْ يَنْفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ. (٧٣)

73-) "Yahut size fayda veya zararları dokunur mu?"

قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءَنَا كَذَلِكَ يَفْعَلُونَ. (٧٤)

74-) "Hayır, ama biz babalarımızı böyle yaparken bulduk" dediler.

قَالَ أَفَرَأَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ. (٧٥)

75-) İbrahim, şöyle dedi: "gördünüz mü?

أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ. (٧٦)

76-) Sizin ve geçmiş atalarınızın taptığı şeyleri."

فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ. (٧٧)

77-) "Şüphesiz onlar benim düşmanımdır. Ancak âlemlerin Rabbi olan Allah, dostumdur."

الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ. (٧٨)

78-) "O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir."

وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ. (٧٩)

79-) "O, bana yediren ve içirendir."

وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ. (٨٠)

80-) "Hastalandığımda da O bana şifa verir."

وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ. (٨١)

81-) "O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır."

وَالَّذِي أَطْمَعُ أَنْ يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ. (٨٢)

82-) "O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur."

رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ. (٨٣)

83-) "Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat."

وَاجْعَلْ لِي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ. (٨٤)

84-) "Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl."

وَاجْعَلْنِي مِنْ وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعِيمِ. (٨٥)

85-) "Beni Naîm cennetinin varislerinden eyle."

وَاغْفِرْ لِأَبِي إِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّالِّينَ. (٨٦)

86-) "Babamı da bağışla. Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlardandır."

وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ. (٨٧)

87-) "(Kulların) diriltilecekleri gün beni utandırma!"

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ. (٨٨)

88-) "O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!"

إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ. (٨٩)

89-) "Allah'a arınmış bir kalp ile gelen başka."

وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ. (٩٠)

90-) Cennet, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılacak.

وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِلْغَاوِينَ. (٩١)

91-) Cehennem de azgınlara gösterilecek ve onlara,

وَقِيلَ لَهُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَ. (٩٢)

92-) "Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarınız nerede?

مِنْ دُونِ اللَّهِ هَلْ يَنْصُرُونَكُمْ أَوْ يَنْتَصِرُونَ. (٩٣)

93-) Size yardım ediyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?" denilecek.

فَكُبْكِبُوا فِيهَا هُمْ وَالْغَاوُونَ. (٩٤)

94-) Artık onlar ve o azgınlar ile

وَجُنُودُ إِبْلِيسَ أَجْمَعُونَ. (٩٥)

95-) İblis'in askerleri hepsi birden tepetakla oraya atılırlar.

قَالُوا وَهُمْ فِيهَا يَخْتَصِمُونَ. (٩٦)

96-) Orada onlar taptıklarıyla çekişerek şöyle derler:

تَاللَّهِ إِنْ كُنَّا لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ. (٩٧)

97-) "Allah'a andolsun! Biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz."

إِذْ نُسَوِّيكُمْ بِرَبِّ الْعَالَمِينَ. (٩٨)

98-) "Çünkü sizi, âlemlerin Rabbi ile bir tutuyorduk."

وَمَا أَضَلَّنَا إِلَّا الْمُجْرِمُونَ. (٩٩)

99-) "Bizi ancak (önderlerimiz olan) suçlular saptırdı."

فَمَا لَنَا مِنْ شَافِعِينَ. (١٠٠)

100-) "İşte bu yüzden bizim şefaatçilerimiz yok."

وَلَا صَدِيقٍ حَمِيمٍ. (١٠١)

101-) "Candan bir dostumuz da yok."

فَلَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ. (١٠٢)

102-) "Keşke (dünyaya) bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak."

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ. (١٠٣)

103-) Elbet bunda bir ibret vardır. Onların çoğu iman etmiş değillerdi.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ. (١٠٤)

104-) Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi olandır, çok merhametli olandır.

كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ الْمُرْسَلِينَ. (١٠٥)

105-) Nûh'un kavmi de Peygamberleri yalanladı.

إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ أَلَا تَتَّقُونَ. (١٠٦)

106-) Hani kardeşleri Nûh, onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"

إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ. (١٠٧)

107-) "Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ. (١٠٨)

108-) "Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."

وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ. (١٠٩)

109-) "Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ. (١١٠)

110-) "O hâlde, Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!"

قَالُوا أَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْأَرْذَلُونَ. (١١١)

111-) Dediler ki: "Sana hep aşağılık kimseler uymuş iken, biz hiç sana inanır mıyız?"

قَالَ وَمَا عِلْمِي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ. (١١٢)

112-) Nûh, şöyle dedi: "Onların yaptıklarına dair benim ne bilgim olabilir?"

إِنْ حِسَابُهُمْ إِلَّا عَلَى رَبِّي لَوْ تَشْعُرُونَ. (١١٣)

113-) "Onların hesaplarını görmek ancak Rabbime aittir. Bir anlayabilseniz!"

وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الْمُؤْمِنِينَ. (١١٤)

114-) "Ben inananları kovacak değilim."

إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُبِينٌ. (١١٥)

115-) "Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım."

قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُومِينَ. (١١٦)

116-) Dediler ki: "Ey Nûh! (Bu işten) vazgeçmezsen mutlaka taşlananlardan olacaksın!"

قَالَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِي كَذَّبُونِ. (١١٧)

117-) Nûh, şöyle dedi: "Ey Rabbim! Kavmim beni yalanladı."

فَافْتَحْ بَيْنِي وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّنِي وَمَنْ مَعِيَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ. (١١٨)

118-) "Artık onlarla benim aramda sen hükmet. Beni ve benimle birlikte olan mü'minleri kurtar."

فَأَنْجَيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ. (١١٩)

119-) Derken biz onu ve beraberindekileri dolu geminin içinde (taşıyıp) kurtardık.

ثُمَّ أَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاقِينَ. (١٢٠)

120-) Sonra da geride kalanları suda boğduk.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ. (١٢١)

121-) Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ. (١٢٢)

122-) Şüphesiz senin Rabbin mutlak güç sahibi olandır, çok merhametli olandır.

كَذَّبَتْ عَادٌ الْمُرْسَلِينَ. (١٢٣)

123-) Âd kavmi de peygamberleri yalanladı.

إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا تَتَّقُونَ. (١٢٤)

124-) Hani kardeşleri Hûd, onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"

إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ. (١٢٥)

125-) "Şüphesiz ben, size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ. (١٢٦)

126-) "Öyle ise Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."

وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ. (١٢٧)

127-) "Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."

أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ آيَةً تَعْبَثُونَ. (١٢٨)

128-) "Siz her yüksek yere bir alamet bina yapıp boş şeylerle eğleniyor musunuz?"

وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ. (١٢٩)

129-) "İçlerinde ebedî yaşama ümidiyle sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?"

وَإِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ. (١٣٠)

130-) "Tutup yakaladığınız zaman zorbaca yakalarsınız."

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ. (١٣١)

131-) "Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."

وَاتَّقُوا الَّذِي أَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَ. (١٣٢)

132-) "Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah'a karşı gelmekten sakının."

أَمَدَّكُمْ بِأَنْعَامٍ وَبَنِينَ. (١٣٣)

133-) "Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah'a karşı gelmekten sakının."

وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍ. (١٣٤)

134-) "Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah'a karşı gelmekten sakının."

إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ. (١٣٥)

135-) "Çünkü ben, sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum."

قَالُوا سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظِينَ. (١٣٦)

136-) Dediler ki: "Sen ister öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bize göre birdir."

إِنْ هَذَا إِلَّا خُلُقُ الْأَوَّلِينَ. (١٣٧)

137-) "Bu, öncekilerin geleneklerinden başka bir şey değildir."

وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ. (١٣٨)

138-) "Biz azaba uğratılacak da değiliz."

فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَاهُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ. (١٣٩)

139-) Böylece onlar Hûd'u yalanladılar. Biz de bu yüzden onları helâk ettik. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ. (١٤٠)

140-) Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.

كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَلِينَ. (١٤١)

141-) Semûd kavmi de Peygamberleri yalanladı.

إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ صَالِحٌ أَلَا تَتَّقُونَ. (١٤٢)

142-) Hani kardeşleri Salih, onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"

إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ. (١٤٣)

143-) "Ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ. (١٤٤)

144-) "Öyle ise Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!"

وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ. (١٤٥)

145-) "Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."

أَتُتْرَكُونَ فِي مَا هَاهُنَا آمِنِينَ. (١٤٦)

146-) "Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?"

فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ. (١٤٧)

147-) "Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?"

وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَضِيمٌ. (١٤٨)

148-) "Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?"

وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا فَارِهِينَ. (١٤٩)

149-) "Bir de dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz."

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ. (١٥٠)

150-) "Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."

وَلَا تُطِيعُوا أَمْرَ الْمُسْرِفِينَ. (١٥١)

151-) "Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin."

الَّذِينَ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ. (١٥٢)

152-) "Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin."

قَالُوا إِنَّمَا أَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ. (١٥٣)

153-) Dediler ki: "Sen ancak büyülenmişlerdensin."

مَا أَنْتَ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا فَأْتِ بِآيَةٍ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ. (١٥٤)

154-) "Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir mucize getir."

قَالَ هَذِهِ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍ. (١٥٥)

155-) Salih, şöyle dedi: "İşte bir dişi deve! Onun (belli bir gün) su içme hakkı var, sizin de belli bir gün su içme hakkınız vardır."

وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيمٍ. (١٥٦)

156-) "Sakın ona bir kötülük dokundurmayın. Yoksa büyük bir günün azabı sizi yakalar."

فَعَقَرُوهَا فَأَصْبَحُوا نَادِمِينَ. (١٥٧)

157-) Derken onu kestiler, fakat pişman oldular.

فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ. (١٥٨)

158-) Böylece onları azap yakaladı. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ. (١٥٩)

159-) Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.

كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ الْمُرْسَلِينَ. (١٦٠)

160-) Lût'un kavmi de peygamberleri yalanladı.

إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ لُوطٌ أَلَا تَتَّقُونَ. (١٦١)

161-) Hani kardeşleri Lût, onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"

إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ. (١٦٢)

162-) "Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ. (١٦٣)

163-) "Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."

وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ. (١٦٤)

164-) "Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."

أَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَمِينَ. (١٦٥)

165-) "Rabbinizin, sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor da insanlar arasından erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Siz gerçekten haddi aşan bir topluluksunuz."

وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ بَلْ أَنْتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ. (١٦٦)

166-) "Rabbinizin, sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor da insanlar arasından erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Siz gerçekten haddi aşan bir topluluksunuz."

قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَجِينَ. (١٦٧)

167-) Dediler ki: "Ey Lût! (İşimize karışmaktan) vazgeçmezsen mutlaka (şehirden) çıkarılanlardan olacaksın!"

قَالَ إِنِّي لِعَمَلِكُمْ مِنَ الْقَالِينَ. (١٦٨)

168-) Lût, şöyle dedi: "Şüphesiz ben sizin yaptığınız bu çirkin işe kızanlardanım."

رَبِّ نَجِّنِي وَأَهْلِي مِمَّا يَعْمَلُونَ. (١٦٩)

169-) "Ey Rabbim! Beni ve ailemi onların yaptıkları çirkin işten kurtar."

فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ. (١٧٠)

170-) Bunun üzerine biz de onu ve geri kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın hariç bütün ailesini kurtardık.

إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ. (١٧١)

171-) Bunun üzerine biz de onu ve geri kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın hariç bütün ailesini kurtardık.

ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ. (١٧٢)

172-) Sonra diğerlerini helâk ettik.

وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًا فَسَاءَ مَطَرُ الْمُنْذَرِينَ. (١٧٣)

173-) Onların üzerine bir yağmur (gibi taş) yağdırdık. (Başlarına gelecekler konusunda) uyarılanların yağmuru ne kadar da kötü idi!

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ. (١٧٤)

174-) Şüphesiz bunda büyük bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ. (١٧٥)

175-) Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.

كَذَّبَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ الْمُرْسَلِينَ. (١٧٦)

176-) Eyke halkı da peygamberleri yalanladı.

إِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ أَلَا تَتَّقُونَ. (١٧٧)

177-) Hani Şu'ayb, onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"

إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ. (١٧٨)

178-) "Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."

فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ. (١٧٩)

179-) Artık, Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.

وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ. (١٨٠)

180-) "Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."

أَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرِينَ. (١٨١)

181-) "Ölçüyü tam yapın. Eksik verenlerden olmayın."

وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ. (١٨٢)

182-) "Doğru terazi ile tartın."

وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ. (١٨٣)

183-) "İnsanların mallarını ve haklarını eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın."

وَاتَّقُوا الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْأَوَّلِينَ. (١٨٤)

184-) "Sizi ve önceki nesilleri yaratana karşı gelmekten sakının."

قَالُوا إِنَّمَا أَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ. (١٨٥)

185-) Onlar şöyle dediler: "Sen ancak büyülenmişlerdensin."

وَمَا أَنْتَ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَإِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ. (١٨٦)

186-) "Sen sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz."

فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِنَ السَّمَاءِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ. (١٨٧)

187-) "Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi gökten üzerimize bir parça düşür."

قَالَ رَبِّي أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ. (١٨٨)

188-) Şu'ayb, "Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir" dedi.

فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ. (١٨٩)

189-) Onlar Şu'ayb'ı yalanladılar. Derken gölge gününün azabı onları yakaladı. Şüphesiz o, büyük bir günün azabı idi.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ. (١٩٠)

190-) Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.

وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ. (١٩١)

191-) Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.

وَإِنَّهُ لَتَنْزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ. (١٩٢)

192-) Şüphesiz bu Kur'an, âlemlerin Rabbi'nin indirmesidir.

نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ. (١٩٣)

193-) Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.

عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِرِينَ. (١٩٤)

194-) Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.

بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُبِينٍ. (١٩٥)

195-) Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.

وَإِنَّهُ لَفِي زُبُرِ الْأَوَّلِينَ. (١٩٦)

196-) Şüphesiz bu (Kur'an'ın indirileceği) öncekilerin kitaplarında da vardı.

أَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ آيَةً أَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمَاءُ بَنِي إِسْرَائِيلَ. (١٩٧)

197-) İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar (Mekke müşrikleri) için bir delil değil midir?

وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلَى بَعْضِ الْأَعْجَمِينَ. (١٩٨)

198-) Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik ve o da bunu kendilerine okusaydı, yine buna inanmazlardı.

فَقَرَأَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِهِ مُؤْمِنِينَ. (١٩٩)

199-) Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik ve o da bunu kendilerine okusaydı, yine buna inanmazlardı.

كَذَلِكَ سَلَكْنَاهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ. (٢٠٠)

200-) İşte böylece biz onu (Kur'an'ı) suçluların kalbine soktuk.

لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ حَتَّى يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ. (٢٠١)

201-) Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, "Bize mühlet verilmez mi?" demedikçe, ona inanmazlar.

فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ. (٢٠٢)

202-) Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, "Bize mühlet verilmez mi?" demedikçe, ona inanmazlar.

فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَ. (٢٠٣)

203-) Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, "Bize mühlet verilmez mi?" demedikçe, ona inanmazlar.

أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ. (٢٠٤)

204-) Bizim azabımızın çabuklaşmasını mı istiyorlar?

أَفَرَأَيْتَ إِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِنِينَ. (٢٠٥)

205-) Ey Muhammed! Ne dersin; biz onları yıllarca (dünya nimetlerinden) yararlandırsak,

ثُمَّ جَاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَ. (٢٠٦)

206-) Sonra da kendilerine tehdit edildikleri şey gelse, (hâlleri nice olurdu?)

مَا أَغْنَى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يُمَتَّعُونَ. (٢٠٧)

207-) (Dünyada) yararlandırıldıkları şeyler onlara fayda sağlamazdı.

وَمَا أَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ إِلَّا لَهَا مُنْذِرُونَ. (٢٠٨)

208-) Biz, hiçbir memleketi uyarıcıları olmadıkça helâk etmedik.

ذِكْرَى وَمَا كُنَّا ظَالِمِينَ. (٢٠٩)

209-) Bu, bir hatırlatmadır. Biz zalim değiliz.

وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاطِينُ. (٢١٠)

210-) O Kur'an'ı şeytanlar indirmemiştir.

وَمَا يَنْبَغِي لَهُمْ وَمَا يَسْتَطِيعُونَ. (٢١١)

211-) Zaten bu onların harcı değildir, buna güçleri de yetmez.

إِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَ. (٢١٢)

212-) Çünkü onlar (vahyi) işitmekten uzaklaştırılmışlardır.

فَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبِينَ. (٢١٣)

213-) Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun!

وَأَنْذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ. (٢١٤)

214-) (Önce) en yakın akrabanı uyar.

وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ. (٢١٥)

215-) Mü'minlerden sana uyanlara kanatlarını indir.

فَإِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ إِنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ. (٢١٦)

216-) Eğer sana karşı gelirlerse, "Şüphesiz ben sizin yaptığınız şeylerden uzağım" de.

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ. (٢١٧)

217-) Namaza kalktığında, seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah'a tevekkül et.

الَّذِي يَرَاكَ حِينَ تَقُومُ. (٢١٨)

218-) Namaza kalktığında, seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah'a tevekkül et.

وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِدِينَ. (٢١٩)

219-) Namaza kalktığında, seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah'a tevekkül et.

إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ. (٢٢٠)

220-) Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَى مَنْ تَنَزَّلُ الشَّيَاطِينُ. (٢٢١)

221-) Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi?

تَنَزَّلُ عَلَى كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ. (٢٢٢)

222-) Onlar, her günahkâr yalancıya inerler.

يُلْقُونَ السَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ. (٢٢٣)

223-) Bunlar da şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu ise yalancıdır.

وَالشُّعَرَاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ. (٢٢٤)

224-) Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar.

أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ. (٢٢٥)

225-) Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.

وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ. (٢٢٦)

226-) Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.

إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيرًا وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ. (٢٢٧)

227-) Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir.

Diğer Sitelerimiz



Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. Ses dosyaları da eklenecektir.

İletişim