وَيْلٌ لِلْمُطَفِّفِينَ (١)
1-)
Diyanet: Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay hâline!
Diyanet Vakfı: Eksik ölçüp noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun!
E. Hamdi Yazır: Eksik ölçüp tartanların vay haline!
الَّذِينَ إِذَا اكْتَالُوا عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَ (٢)
2-)
Diyanet: Onlar insanlardan (bir şey) ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler.
Diyanet Vakfı: Onlar insanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam,
E. Hamdi Yazır: Onlar insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçerler.
وَإِذَا كَالُوهُمْ أَوْ وَزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَ (٣)
3-)
Diyanet: Fakat kendileri onlara bir şey ölçüp, yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar.
Diyanet Vakfı: Onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise eksik ölçer ve tartarlar.
E. Hamdi Yazır: Kendileri başkalarına bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçer ve tartarlar.
أَلَا يَظُنُّ أُولَئِكَ أَنَّهُمْ مَبْعُوثُونَ (٤)
4-)
Diyanet: Onlar, büyük bir gün; insanların, âlemlerin Rabbinin huzurunda duracakları gün için diriltileceklerini sanmıyorlar mı?
Diyanet Vakfı: Onlar düşünmezler mi ki, tekrar diriltilecekler!
E. Hamdi Yazır: Onlar tekrar diriltileceklerini zannetmiyorlar mı?
لِيَوْمٍ عَظِيمٍ (٥)
5-)
Diyanet: Onlar, büyük bir gün; insanların, âlemlerin Rabbinin huzurunda duracakları gün için diriltileceklerini sanmıyorlar mı?
Diyanet Vakfı: Büyük bir günde
E. Hamdi Yazır: Büyük bir gün için.
يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ (٦)
6-)
Diyanet: Onlar, büyük bir gün; insanların, âlemlerin Rabbinin huzurunda duracakları gün için diriltileceklerini sanmıyorlar mı?
Diyanet Vakfı: Öyle bir gün ki, insanlar o günde âlemlerin Rabbinin huzurunda divan duracaklardır.
E. Hamdi Yazır: Öyle bir gün ki, insanlar o gün Rabblerinin huzurunda divan duracaklar.
كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْفُجَّارِ لَفِي سِجِّينٍ (٧)
7-)
Diyanet: Hayır, günahkârların yazısı, muhakkak "Siccîn"dedir.
Diyanet Vakfı: Doğrusu günahkârların yazısı, muhakkak Siccîn'de olmaktır.
E. Hamdi Yazır: Hayır hayır, kötülerin yazısı muhakkak Siccin'dedir.
وَمَا أَدْرَاكَ مَا سِجِّينٌ (٨)
8-)
Diyanet: "Siccîn"in ne olduğunu sen ne bileceksin.
Diyanet Vakfı: Siccîn nedir, bilir misin?
E. Hamdi Yazır: Bildin mi sen, Siccin nedir?
كِتَابٌ مَرْقُومٌ (٩)
9-)
Diyanet: O, yazılmış bir kitaptır.
Diyanet Vakfı: (O günahkârların yazısı) Amellerin sayılıp yazıldığı bir kitaptır.
E. Hamdi Yazır: Yazılmış bir kitaptır o.
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (١٠)
10-)
Diyanet: O gün yalanlayanların; hesap ve ceza gününü yalanlayanların vay hâline!
Diyanet Vakfı: O gün vay haline yalancıların!
E. Hamdi Yazır: Vay haline yalanlayanların o gün!
الَّذِينَ يُكَذِّبُونَ بِيَوْمِ الدِّينِ (١١)
11-)
Diyanet: O gün yalanlayanların; hesap ve ceza gününü yalanlayanların vay hâline!
Diyanet Vakfı: Ki onlar, ceza gününü yalan sayarlar.
E. Hamdi Yazır: Onlar ceza gününü yalanlayanlardır.
وَمَا يُكَذِّبُ بِهِ إِلَّا كُلُّ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ (١٢)
12-)
Diyanet: Onu, ancak her azgın, günahkâr kimse inkâr eder.
Diyanet Vakfı: Onu ancak hükümleri çiğneyen ve günaha dalan kimseler yalanlar.
E. Hamdi Yazır: Onu ancak sınırı aşan ve günaha düşkün olanlar yalanlar.
إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِ آيَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (١٣)
13-)
Diyanet: Ona âyetlerimiz okununca, "Eskilerin masalları" der.
Diyanet Vakfı: Böyle birine âyetlerimiz okununca "Eskilerin masalları" derdi.
E. Hamdi Yazır: Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, "eskilerin masalları" der.
كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (١٤)
14-)
Diyanet: Hayır, hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları kalplerini paslandırmıştır.
Diyanet Vakfı: Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir.
E. Hamdi Yazır: Hayır hayır, öyle değil. Aksine onların kazandığı günahlar kalplerinin üzerine pas olmuştur.
كَلَّا إِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَ (١٥)
15-)
Diyanet: Hayır, şüphesiz onlar, kıyamet günü Rablerini görmekten mahrum bırakılacaklardır.
Diyanet Vakfı: Hayır! Onlar şüphesiz o gün Rablerinden (O'nu görmekten) mahrum kalmışlardır.
E. Hamdi Yazır: Hayır hayır, doğrusu onlar o gün Rablerini görmekten mahrumdurlar.
ثُمَّ إِنَّهُمْ لَصَالُو الْجَحِيمِ (١٦)
16-)
Diyanet: Sonra onlar muhakkak cehenneme gireceklerdir.
Diyanet Vakfı: Sonra onlar cehenneme girerler.
E. Hamdi Yazır: Sonra onlar muhakkak cehenneme girecekler.
ثُمَّ يُقَالُ هَذَا الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ (١٧)
17-)
Diyanet: Sonra da onlara, "Yalanlamakta olduğunuz işte budur" denecektir.
Diyanet Vakfı: Sonra onlara: "İşte yalanlamış olduğunuz (cehennem) budur" denilir.
E. Hamdi Yazır: Sonra da onlara: "İşte bu, yalanlayıp durduğunuz şeydir" denilecek.
كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ (١٨)
18-)
Diyanet: Hayır (sandıkları gibi değil!) iyilerin yazısı "İlliyyûn"dadır.
Diyanet Vakfı: Hayır! Andolsun iyilerin kitabı İlliyyûn'dadır.
E. Hamdi Yazır: Hayır hayır, iyilerin yazısı muhakkak Illiyyîn'dedir.
وَمَا أَدْرَاكَ مَا عِلِّيُّونَ (١٩)
19-)
Diyanet: "İlliyyûn"un ne olduğunu sen ne bileceksin.
Diyanet Vakfı: İlliyyûn nedir, bilir misin?
E. Hamdi Yazır: Bildin mi sen, Illiyyîn nedir?
كِتَابٌ مَرْقُومٌ (٢٠)
20-)
Diyanet: O, yazılmış bir kitaptır.
Diyanet Vakfı: (O İlliyyûn'daki kitap) İçinde ameller kaydedilmiş bir kitaptır.
E. Hamdi Yazır: Yazılmış bir kitaptır o.
يَشْهَدُهُ الْمُقَرَّبُونَ (٢١)
21-)
Diyanet: Ona, Allah'a yakın olanlar şâhit olur.
Diyanet Vakfı: O kitabı, Allah'a yakın olanlar görür.
E. Hamdi Yazır: Allah'a yaklaştırılmış melekler ona tanık olurlar.
إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ (٢٢)
22-)
Diyanet: Şüphesiz iyi kimseler, Naîm cennetindedirler.
Diyanet Vakfı: İyiler kesinkes cennettedir.
E. Hamdi Yazır: Haberiniz olsun ki, iyiler nimet içindedir.
عَلَى الْأَرَائِكِ يَنْظُرُونَ (٢٣)
23-)
Diyanet: Koltuklar üzerinde, (etrafı) seyrederler.
Diyanet Vakfı: Onlar orada koltuklar üzerinde etrafa bakarlar.
E. Hamdi Yazır: Tahtlar üzerinde etrafa bakarlar.
تَعْرِفُ فِي وُجُوهِهِمْ نَضْرَةَ النَّعِيمِ (٢٤)
24-)
Diyanet: Onların yüzlerinde, nimetlerin sevincini görürsün.
Diyanet Vakfı: Onların yüzünde nimetlerin sevincini görürsün.
E. Hamdi Yazır: Yüzlerinde nimet ve mutluluğun sevincini görürsün.
يُسْقَوْنَ مِنْ رَحِيقٍ مَخْتُومٍ (٢٥)
25-)
Diyanet: Onlara, mühürlü (el değmemiş) saf bir içecekten içirilir.
Diyanet Vakfı: Kendilerine mühürlü hâlis bir içki sunulur.
E. Hamdi Yazır: Onlara damgalı saf bir içki sunulur.
خِتَامُهُ مِسْكٌ وَفِي ذَلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَ (٢٦)
26-)
Diyanet: Onun (içiminin) sonu bir misktir (ağızda misk gibi koku bırakır). İşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar.
Diyanet Vakfı: Onun içiminin sonunda misk kokusu vardır. İşte yarışanlar ancak onda yarışsınlar.
E. Hamdi Yazır: Onun sonu misktir. İşte ona imrensin artık imrenenler.
وَمِزَاجُهُ مِنْ تَسْنِيمٍ (٢٧)
27-)
Diyanet: O içeceğin katkısı tesnimdir.
Diyanet Vakfı: Karışımı Tesnîm'dendir.
E. Hamdi Yazır: Karışımı Tesnim'dendir (En üstün cennet şarabındandır).
عَيْنًا يَشْرَبُ بِهَا الْمُقَرَّبُونَ (٢٨)
28-)
Diyanet: Bir pınar ki, Allah'a yakın olanlar ondan içerler.
Diyanet Vakfı: (O Tesnîm Allah'a) Yakın olanların içecekleri bir kaynaktır.
E. Hamdi Yazır: Allah'a yakın olanların içecekleri bir kaynaktır o.
إِنَّ الَّذِينَ أَجْرَمُوا كَانُوا مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا يَضْحَكُونَ (٢٩)
29-)
Diyanet: Şüphesiz günahkârlar, (dünyada) iman edenlere gülüyorlardı.
Diyanet Vakfı: Şüphesiz günahkârlar, (dünyada) iman edenlere gülerlerdi.
E. Hamdi Yazır: Doğrusu o suç işleyenler inananlara gülüyorlardı.
وَإِذَا مَرُّوا بِهِمْ يَتَغَامَزُونَ (٣٠)
30-)
Diyanet: Mü'minler yanlarından geçtiğinde, birbirlerine kaş göz ederek onlarla alay ediyorlardı.
Diyanet Vakfı: Onlarla karşılaştıklarında kaş göz hareketiyle alay ederlerdi.
E. Hamdi Yazır: Onlara uğradıkları vakit birbirlerine göz kırpıyorlardı.
وَإِذَا انْقَلَبُوا إِلَى أَهْلِهِمُ انْقَلَبُوا فَكِهِينَ (٣١)
31-)
Diyanet: Ailelerine dönerken zevk ve neşe içinde gülüşe gülüşe dönüyorlardı.
Diyanet Vakfı: Ailelerine döndüklerinde, (alaylarından dolayı) keyiflenerek dönerlerdi.
E. Hamdi Yazır: Evlerine döndükleri zaman zevklenerek dönüyorlardı.
وَإِذَا رَأَوْهُمْ قَالُوا إِنَّ هَؤُلَاءِ لَضَالُّونَ (٣٢)
32-)
Diyanet: Mü'minleri gördükleri vakit, "Hiç şüphe yok, şunlar sapık kimselerdir" diyorlardı.
Diyanet Vakfı: Müminleri gördüklerinde: "Şüphesiz bunlar sapıtmış" derlerdi.
E. Hamdi Yazır: Müminleri gördükleri vakit; "işte bunlar sapıklar" diyorlardı.
وَمَا أُرْسِلُوا عَلَيْهِمْ حَافِظِينَ (٣٣)
33-)
Diyanet: Hâlbuki onlar, mü'minlerin başına bekçi olarak gönderilmemişlerdi.
Diyanet Vakfı: Halbuki onlar, müminleri denetleyici olarak gönderilmediler.
E. Hamdi Yazır: Oysa onlar müminler üzerine bekçi olarak gönderilmemişlerdi.
فَالْيَوْمَ الَّذِينَ آمَنُوا مِنَ الْكُفَّارِ يَضْحَكُونَ (٣٤)
34-)
Diyanet: İşte bugün de mü'minler kâfirlere gülerler.
Diyanet Vakfı: İşte o gün (ahirette) de iman edenler kâfirlere gülerler.
E. Hamdi Yazır: İşte bugün de inananlar kâfirlere gülecek.
عَلَى الْأَرَائِكِ يَنْظُرُونَ (٣٥)
35-)
Diyanet: Koltuklar üzerinde (etrafı) seyrederler.
Diyanet Vakfı: Koltuklar üzerinde etrafa bakarlar.
E. Hamdi Yazır: Koltuklar üzerinde etrafa bakacaklar.
هَلْ ثُوِّبَ الْكُفَّارُ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ (٣٦)
36-)
Diyanet: Nasıl, kâfirler yapmakta olduklarının karşılığını buldular mı?
Diyanet Vakfı: Kâfirler yaptıklarının cezasını bulduar mı! (Elbette buldular.)
E. Hamdi Yazır: Nasıl, kâfirler yaptıklarının cezasını buldular mı?
Diğer Sitelerimiz
Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. Ses dosyaları da eklenecektir.