وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا (١)
1-)
Diyanet: And olsun ki, ard arda gönderilenlere,
Diyanet Vakfı: Yemin olsun, (iyiliklerle) birbiri peşinden gönderilenlere;
E. Hamdi Yazır: Andolsun birbiri ardınca gönderilenlere,
فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفًا (٢)
2-)
Diyanet: Kasırga gibi esenlere,
Diyanet Vakfı: Şiddetle eserek (zararlıları) savurup atanlara;
E. Hamdi Yazır: Büküp devirenlere,
وَالنَّاشِرَاتِ نَشْرًا (٣)
3-)
Diyanet: Hakkıyla yayanlara,
Diyanet Vakfı: (Hakikat ve hayırları) yaydıkça yayanlara;
E. Hamdi Yazır: Yaydıkça yayanlara,
فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًا (٤)
4-)
Diyanet: Hakkıyla ayıranlara,
Diyanet Vakfı: (Hak ile batılı) birbirinden iyice ayıranlara;
E. Hamdi Yazır: Seçip ayıranlara,
فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًا (٥)
5-)
Diyanet: Öğüt bırakanlara,
Diyanet Vakfı: Öğüt telkin edenlere;
E. Hamdi Yazır: Bir öğüt bırakanlara,
عُذْرًا أَوْ نُذْرًا (٦)
6-)
Diyanet: Özür ya da uyarı olmak üzere
Diyanet Vakfı: (Allah'a yönelenleri) arıtmak, (kötüleri) sakındırmak için.
E. Hamdi Yazır: Gerek özür için olsun, gerek uyarı için,
إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌ (٧)
7-)
Diyanet: Size vadolunan şey (Kıyamet) mutlaka gerçekleşecektir.
Diyanet Vakfı: Bilin ki size vadolunan şey gerçekleşecek!
E. Hamdi Yazır: Herhalde size vaad olunan kesinlikle olacaktır.
فَإِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْ (٨)
8-)
Diyanet: Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman,
Diyanet Vakfı: Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman,
E. Hamdi Yazır: Hani o yıldızlar silindiği zaman,
وَإِذَا السَّمَاءُ فُرِجَتْ (٩)
9-)
Diyanet: Gök yarıldığı zaman,
Diyanet Vakfı: Gökkubbe yarıldığı zaman,
E. Hamdi Yazır: Gök yarıldığı zaman,
وَإِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْ (١٠)
10-)
Diyanet: Dağlar ufalanıp savrulduğu zaman,
Diyanet Vakfı: Dağlar ufalanıp savrulduğu zaman ,
E. Hamdi Yazır: Dağlar savrulduğu zaman,
وَإِذَا الرُّسُلُ أُقِّتَتْ (١١)
11-)
Diyanet: Peygamberler için (ümmetlerine şahitlik etmek üzere) vakit belirlendiği zaman (kıyamet gerçekleşir).
Diyanet Vakfı: Peygamberlerin (ümmetleri hakkında şahitlik) vakti tayin edildiği zaman (artık kıyamet kopmuştur).
E. Hamdi Yazır: Elçiler, tayin edilen vakitlerine erdirildikleri zaman,
لِأَيِّ يَوْمٍ أُجِّلَتْ (١٢)
12-)
Diyanet: (Bu) hangi güne ertelenmiştir?
Diyanet Vakfı: (Bu alâmetler) hangi vakte ertelenmiştir?
E. Hamdi Yazır: Bunlar hangi güne ertelendiler?
لِيَوْمِ الْفَصْلِ (١٣)
13-)
Diyanet: Hüküm ve ayırım gününe.
Diyanet Vakfı: Ayırım gününe.
E. Hamdi Yazır: Hüküm gününe..
وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِ (١٤)
14-)
Diyanet: Hüküm ve ayırım gününü sen ne bileceksin.
Diyanet Vakfı: (Resûlüm!) Ayırım gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin!
E. Hamdi Yazır: Bildin mi, nedir o hüküm günü?
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (١٥)
15-)
Diyanet: O gün vay yalanlayanların hâline!
Diyanet Vakfı: O gün (Peygamber'i ve ahireti) yalan sayanların vay haline!
E. Hamdi Yazır: O gün yalanlayanların vay haline!
أَلَمْ نُهْلِكِ الْأَوَّلِينَ (١٦)
16-)
Diyanet: Biz öncekileri helâk etmedik mi?
Diyanet Vakfı: Biz, (bunlar gibi inkârcı olan) öncekileri helâk etmedik mi?
E. Hamdi Yazır: Biz, öncekileri helak etmedik mi?
ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْآخِرِينَ (١٧)
17-)
Diyanet: Sonra arkadan gelenleri de onların peşine takacağız.
Diyanet Vakfı: Sonra arkadakileri de onların ardına takacağız.
E. Hamdi Yazır: Sonra geridekileri de onlara katarız.
كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ (١٨)
18-)
Diyanet: Biz suçlulara işte böyle yaparız.
Diyanet Vakfı: İşte biz suçlulara böyle yaparız!
E. Hamdi Yazır: Biz suçlulara böyle yaparız.
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (١٩)
19-)
Diyanet: O gün vay yalanlayanların hâline!
Diyanet Vakfı: O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
E. Hamdi Yazır: O gün yalanlayanların vah haline!
أَلَمْ نَخْلُقْكُمْ مِنْ مَاءٍ مَهِينٍ (٢٠)
20-)
Diyanet: Biz sizi bayağı bir sudan (meniden) yaratmadık mı?
Diyanet Vakfı: (Ey insanlar!) Biz sizi dayanıksız bir sudan yaratmadık mı?
E. Hamdi Yazır: Biz sizi âdi bir sudan yaratmadık mı?
فَجَعَلْنَاهُ فِي قَرَارٍ مَكِينٍ (٢١)
21-)
Diyanet: Sonra onu belli bir süreye kadar sağlam bir yerde (ana rahminde) tuttuk.
Diyanet Vakfı: İşte o suyu, sağlam bir yere yerleştirdik.
E. Hamdi Yazır: Onu sağlam bir yerde oturttuk.
إِلَى قَدَرٍ مَعْلُومٍ (٢٢)
22-)
Diyanet: Sonra onu belli bir süreye kadar sağlam bir yerde (ana rahminde) tuttuk.
Diyanet Vakfı: Belli bir süreye kadar.
E. Hamdi Yazır: Belli bir süreye kadar.
فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ (٢٣)
23-)
Diyanet: Sonra da ona ölçülü bir biçim verdik. Biz ne güzel biçim verenleriz!
Diyanet Vakfı: Biz buna güç yetirmişizdir. Ve bizim gücümüz ne büyüktür!
E. Hamdi Yazır: Demek ki biçimlendirmişiz. Ne güzel biçimlendireniz biz.
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (٢٤)
24-)
Diyanet: O gün vay yalanlayanların hâline!
Diyanet Vakfı: O gün (hakikatleri) yalan sayanların vayhaline!
E. Hamdi Yazır: O gün yalanlayanların vay haline!
أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ كِفَاتًا (٢٥)
25-)
Diyanet: Biz yeryüzünü dirileri de ölüleri de toplayan (bir yurt) yapmadık mı?
Diyanet Vakfı: Biz, yeryüzünü toplanma yeri yapmadık mı?
E. Hamdi Yazır: Yeryüzünü bir tokat (toplanma yeri) yapmadık mı?
أَحْيَاءً وَأَمْوَاتًا (٢٦)
26-)
Diyanet: Biz yeryüzünü dirileri de ölüleri de toplayan (bir yurt) yapmadık mı?
Diyanet Vakfı: Dirilere ve ölülere .
E. Hamdi Yazır: Gerek diriler, gerekse ölüler için.
وَجَعَلْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَأَسْقَيْنَاكُمْ مَاءً فُرَاتًا (٢٧)
27-)
Diyanet: Orada sabit yüce dağlar yaratmadık mı, size tatlı bir su içirmedik mi?
Diyanet Vakfı: Yeryüzünde haşmetli dağlar yarattık, sizlere tatlı sular içirdik..
E. Hamdi Yazır: Orada yüksek yüksek dağlar oturtup da size bir tatlı su sunmadık mı?
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (٢٨)
28-)
Diyanet: O gün vay yalanlayanların hâline!
Diyanet Vakfı: O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
E. Hamdi Yazır: O gün yalanlayanların vay haline!
انْطَلِقُوا إِلَى مَا كُنْتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ (٢٩)
29-)
Diyanet: Onlara şöyle denecek: "Yalanlamakta olduğunuz şeye (cehennem azabına) gidin."
Diyanet Vakfı: (İnkârcılara o gün şöyle denilir:) yalan sayageldiğiniz azaba doğru gidin!
E. Hamdi Yazır: (Kıyameti yalanlayanlara şöyle denir): "Haydin gidin o yalanladığınız şeye doğru."
انْطَلِقُوا إِلَى ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ (٣٠)
30-)
Diyanet: "Üç kola ayrılmış gölgeye gidin ki, o ne gölgelendirir ne de alevden korur."
Diyanet Vakfı: Üç kola ayrılmış,bir gölgeğe gidin.
E. Hamdi Yazır: "Haydi gidin o üç çatallı gölgeye (cehenneme)."
لَا ظَلِيلٍ وَلَا يُغْنِي مِنَ اللَّهَبِ (٣١)
31-)
Diyanet: "Üç kola ayrılmış gölgeye gidin ki, o ne gölgelendirir ne de alevden korur."
Diyanet Vakfı: Ki ne gölgelendiren ne de alevden koruyandır.
E. Hamdi Yazır: O, ne gölgelendirir, ne alevden korur.
إِنَّهَا تَرْمِي بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِ (٣٢)
32-)
Diyanet: Şüphesiz cehennem, her biri saray büyüklüğünde kıvılcımlar saçar.
Diyanet Vakfı: O, saray gibi kocaman kıvılcım saçar.
E. Hamdi Yazır: O, saray gibi kıvılcımlar atar.
كَأَنَّهُ جِمَالَتٌ صُفْرٌ (٣٣)
33-)
Diyanet: Bunlar sanki birer kızıl devedir.
Diyanet Vakfı: Her bir kıvılcım, sanki birer sarı deve gibidir.
E. Hamdi Yazır: Sanki o kıvılcımlar, sarı sarı (erkek deve sürüleridir).
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (٣٤)
34-)
Diyanet: O gün vay yalanlayanların hâline!
Diyanet Vakfı: O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
E. Hamdi Yazır: O gün yalanlayanların vay haline!
هَذَا يَوْمُ لَا يَنْطِقُونَ (٣٥)
35-)
Diyanet: Bu, konuşamayacakları gündür.
Diyanet Vakfı: Bu, (kâfirlerin) konuşamayacağı bir gündür.
E. Hamdi Yazır: Bugün, konuşamıyacakları gündür.
وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ (٣٦)
36-)
Diyanet: Onlara izin de verilmez ki, özür dilesinler.
Diyanet Vakfı: Onlara izin de verilmez ki (sözde) mazeretlerini beyan etsinler.
E. Hamdi Yazır: Kendilerine izin de verilmez ki, özür beyan etsinler.
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (٣٧)
37-)
Diyanet: O gün vay yalanlayanların hâline!
Diyanet Vakfı: O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
E. Hamdi Yazır: O gün yalanlayanların vay haline!
هَذَا يَوْمُ الْفَصْلِ جَمَعْنَاكُمْ وَالْأَوَّلِينَ (٣٨)
38-)
Diyanet: Bu, hüküm ve ayırma günüdür. Sizi ve öncekileri bir araya toplamışızdır.
Diyanet Vakfı: (O zaman şöyle denir:) Bu, ayırım günüdür. Sizi ve sizden öncekileri bir araya getirdik.
E. Hamdi Yazır: Bu, işte o hüküm günüdür. Sizi ve öncekileri bir araya topladık.
فَإِنْ كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَكِيدُونِ (٣٩)
39-)
Diyanet: Eğer bir tuzağınız varsa, haydi bana tuzak kurun!
Diyanet Vakfı: (Azaptan kurtulmanız için) bir hileniz varsa, gösterin bana hilenizi!
E. Hamdi Yazır: Bir hileniz varsa beni atlatın.
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (٤٠)
40-)
Diyanet: O gün vay yalanlayanların hâline!
Diyanet Vakfı: O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
E. Hamdi Yazır: O gün yalanlayanların vay haline!
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي ظِلَالٍ وَعُيُونٍ (٤١)
41-)
Diyanet: Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, gölgeler içinde ve pınar başlarındadırlar.
Diyanet Vakfı: Şüphesiz (o gün) takvâ sahipleri, gölgeliklerde ve pınar başlarında,
E. Hamdi Yazır: Kuşkusuz takva sahipleri gölgeler altında ve pınar başlarındadır.
وَفَوَاكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَ (٤٢)
42-)
Diyanet: Canlarının çektiği meyveler içerisindedirler.
Diyanet Vakfı: Canlarının çektiği çeşit çeşit meyveler arasındadırlar.
E. Hamdi Yazır: Canlarının çektiğinden türlü meyveler arasındadırlar.
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (٤٣)
43-)
Diyanet: Yapmakta olduğunuz şeylere karşılık afiyetle yiyin için."
Diyanet Vakfı: (Kendilerine:) "İşlediklerinizin karşılığı olarak şimdi âfiyetle yeyin için" (denir).
E. Hamdi Yazır: (Onlara): "Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için" (denir).
إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (٤٤)
44-)
Diyanet: Şüphesiz biz iyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız.
Diyanet Vakfı: İşte, biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.
E. Hamdi Yazır: İşte biz güzel amel işleyenleri böyle mükafatlandırırız.
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (٤٥)
45-)
Diyanet: O gün vay yalanlayanların hâline!
Diyanet Vakfı: O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
E. Hamdi Yazır: O gün yalanlayanların vay haline!
كُلُوا وَتَمَتَّعُوا قَلِيلًا إِنَّكُمْ مُجْرِمُونَ (٤٦)
46-)
Diyanet: Ey inkâr edenler! (Dünyada) yiyin ve birazcık yararlanın! Şüphesiz sizler suçlularsınız.
Diyanet Vakfı: (Ey inkârcılar!) Yeyiniz, (dünyadan) faydalanınız biraz! Gerçek şu ki, sizler suçlusunuz!
E. Hamdi Yazır: Yiyin, zevklenin biraz, çünkü siz suçlularsınız.
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (٤٧)
47-)
Diyanet: O gün vay yalanlayanların hâline!
Diyanet Vakfı: O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
E. Hamdi Yazır: O gün yalanlayanların vay haline!
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ (٤٨)
48-)
Diyanet: Onlara, "Rükû edin (namaz kılın)" dendiği zaman rükû etmezler.
Diyanet Vakfı: Onlar, kendilerine: "Allah'ın huzurunda eğilin!" denildiği vakit eğilmezler:
E. Hamdi Yazır: Onlara: "Rüku edin" denildiği zaman etmezler.
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (٤٩)
49-)
Diyanet: O gün vay yalanlayanların hâline!
Diyanet Vakfı: O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline!
E. Hamdi Yazır: Vay haline o gün yalanlayanların!
فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ (٥٠)
50-)
Diyanet: Onlar artık ondan (Kur'an'dan) sonra hangi söze inanacaklar?
Diyanet Vakfı: Onlar artık bundan (Kur'an'dan) sonra hangi söze inanacaklar.
E. Hamdi Yazır: Artık bundan (Kur'an'dan) sonra hangi söze inanacaklar?
Diğer Sitelerimiz
Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. Ses dosyaları da eklenecektir.