Kamer Suresi Elmalılı Hamdi Yazır Meali (Kamer Sûresî)

اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ. (١)

1-) Kıyamet saati yaklaştı, Ay yarıldı.

وَإِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ. (٢)

2-) Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve "süregelen bir büyüdür" derler.

وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ وَكُلُّ أَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ. (٣)

3-) Yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Halbuki her iş yerini bulacaktır.

وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنَ الْأَنْبَاءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ. (٤)

4-) Andolsun ki onlara (kötülükten) vazgeçirecek nice önemli haberler gelmiştir.

حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ. (٥)

5-) Bunlar üstün bir hikmettir fakat uyarılar fayda vermiyor.

فَتَوَلَّ عَنْهُمْ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَى شَيْءٍ نُكُرٍ. (٦)

6-) Sen de onlardan yüz çevir ki, o gün çağırıcı, görülmedik müthiş bir şeye çağırır.

خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ. (٧)

7-) Gözleri düşkün düşkün (zelil ve hakir) kabirlerinden çıkarlar, sanki yayılan çekirgeler gibidirler.

مُهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَذَا يَوْمٌ عَسِرٌ. (٨)

8-) O çağırana koşarak, kâfirler: "Bu çetin bir gündür." derler.

كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ. (٩)

9-) Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladılar ve: "Cinlenmiştir." dediler. Ve (Nuh davetten vazgeçmeye) zorlandı.

فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ. (١٠)

10-) Bunun üzerine Rabbine: "Ben yenik düştüm, bana yardım et!" diyerek yalvardı.

فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُنْهَمِرٍ. (١١)

11-) Biz de boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık.

وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَى أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ. (١٢)

12-) Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık, derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.

وَحَمَلْنَاهُ عَلَى ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ. (١٣)

13-) Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle (çakılmış gemi) üzerinde taşıdık.

تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ. (١٤)

14-) Nankörlük edilen (kulumuz)e bir mükafat olmak üzere (gemi), gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.

وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ. (١٥)

15-) Bunu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ. (١٦)

16-) Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (görsünler)

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ. (١٧)

17-) Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ. (١٨)

18-) Âd (kavmi) da yalanladı, azabım ve uyarılarım nasıl oldu?

إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّ. (١٩)

19-) Biz onların üstüne, uğursuzluğu devam eden bir günde dondurucu bir rüzgar gönderdik.

تَنْزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ. (٢٠)

20-) (O rüzgar) insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu.

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ. (٢١)

21-) Nasılmış benim azabım ve uyarım?

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ. (٢٢)

22-) Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ. (٢٣)

23-) Semûd da o uyarıları yalanladılar.

فَقَالُوا أَبَشَرًا مِنَّا وَاحِدًا نَتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ. (٢٤)

24-) "Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz." dediler.

أَأُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ. (٢٥)

25-) "Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı, küstahın biridir" (dediler).

سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَنِ الْكَذَّابُ الْأَشِرُ. (٢٦)

26-) Yarın onlar, yalancı, küstahın kim olduğunu bilecekler.

إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ. (٢٧)

27-) Biz onlara, kendilerini imtihan etmek için dişi deveyi göndereceğiz. Onun için sen onları gözet ve sabırlı ol.

وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاءَ قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ كُلُّ شِرْبٍ مُحْتَضَرٌ. (٢٨)

28-) Onlara suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; her içene düşen miktar, hazır kılınmıştır.

فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَى فَعَقَرَ. (٢٩)

29-) Bunun üzerine arkadaşlarına bağırdılar. O da (bıçağı) çekerek (deveyi) kesti.

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ. (٣٠)

30-) Ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu.

إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ. (٣١)

31-) Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler.

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ. (٣٢)

32-) Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ. (٣٣)

33-) Lût kavmi de uyarıları yalanladı.

إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍ. (٣٤)

34-) Biz de onların üzerlerine (taşlar savuran) bir fırtına gönderdik. Yalnız Lût ailesini seher vakti kurtardık,

نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَا كَذَلِكَ نَجْزِي مَنْ شَكَرَ. (٣٥)

35-) Katımızdan bir nimet olarak. Biz şükredeni böyle mükafatlandırırız.

وَلَقَدْ أَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ. (٣٦)

36-) (Lût), onları bizim yakalamamıza karşı uyarmıştı. Fakat ikazlara karşı kuşku duydular,

وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ. (٣٧)

37-) Onun konuklarından murad almaya kalkıştılar. Biz de gözlerini siliverdik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" (dedik).

وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ. (٣٨)

38-) Sabah erken, onları kararlı bir azab yakaladı.

فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ. (٣٩)

39-) "Azabımı ve uyarılarımı tadın!" (dedik).

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ. (٤٠)

40-) Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

وَلَقَدْ جَاءَ آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ. (٤١)

41-) Şüphesiz Firavun ailesine de uyarıcı peygamberler geldi.

كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ. (٤٢)

42-) Lakin onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla yakaladık. Bu kıssalardan hisseye gelince;

أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ أُولَئِكُمْ أَمْ لَكُمْ بَرَاءَةٌ فِي الزُّبُرِ. (٤٣)

43-) Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan hayırlı mı? Yoksa kitaplarda sizin için bir beraet mi var?

أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُنْتَصِرٌ. (٤٤)

44-) Yoksa "Biz birbirimize yardım eden bir topluluğuz." mu diyorlar?

سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ. (٤٥)

45-) Her halde o topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır.

بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَى وَأَمَرُّ. (٤٦)

46-) Bilakis kıyamet onlara vaad edilen asıl saattir. Saat cidden çok feci ve acıdır.

إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ. (٤٧)

47-) Muhakkak ki suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler.

يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَى وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ. (٤٨)

48-) O gün yüzleri üstü ateşte sürüklenecekler, "Cehennemin dokunuşunu tadın!" (denilecek).

إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ. (٤٩)

49-) Haberiniz olsun ki, biz her şeyi bir kadere göre yarattık.

وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ. (٥٠)

50-) Buyruğumuz yalnız bir tekdir, göz açıp yumma gibidir.

وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ. (٥١)

51-) Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helak ettik. Öğüt alan yok mudur?

وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ. (٥٢)

52-) İşledikleri her şey, kitaplarda mevcuttur.

وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُسْتَطَرٌ. (٥٣)

53-) Küçük, büyük hepsi satır satır yazılmıştır.

إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ. (٥٤)

54-) Takva sahipleri cennetlerde, nur içindedirler.

فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ. (٥٥)

55-) Güçlü padişahın huzurunda doğruluk koltuklarındadırlar.

Diğer Sitelerimiz



Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. Ses dosyaları da eklenecektir.

İletişim