اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ (١)
1-)
Diyanet: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.
Diyanet Vakfı: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.
E. Hamdi Yazır: Kıyamet saati yaklaştı, Ay yarıldı.
وَإِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ (٢)
2-)
Diyanet: Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve "Süregelen bir sihirdir" derler.
Diyanet Vakfı: Onlar bir mucize görürlerse hemen yüz çevirirler ve: Eskiden beri devam edegelen bir büyüdür, derler.
E. Hamdi Yazır: Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve "süregelen bir büyüdür" derler.
وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ وَكُلُّ أَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ (٣)
3-)
Diyanet: Peygamberi yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Hâlbuki her iş, (Allah nasıl takdir ettiyse öylece) gerçekleşecek (değişmeyecek)tir.
Diyanet Vakfı: Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her işin ulaşacağı yeri vardır.
E. Hamdi Yazır: Yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Halbuki her iş yerini bulacaktır.
وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنَ الْأَنْبَاءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ (٤)
4-)
Diyanet: Andolsun, onlara içinde caydırıcı tehditlerin bulunduğu haberler geldi.
Diyanet Vakfı: Andolsun onlara, kötülükten önleyecek nice önemli haberler gelmiştir.
E. Hamdi Yazır: Andolsun ki onlara (kötülükten) vazgeçirecek nice önemli haberler gelmiştir.
حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ (٥)
5-)
Diyanet: Bu haberler, zirveye ulaşmış birer hikmettir! Fakat uyarılar fayda vermiyor!
Diyanet Vakfı: Bu büyük bir hikmettir. Fakat (yüz çevirene) uyarılar ne fayda verir!
E. Hamdi Yazır: Bunlar üstün bir hikmettir fakat uyarılar fayda vermiyor.
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَى شَيْءٍ نُكُرٍ (٦)
6-)
Diyanet: O hâlde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (İsrafil'in benzeri görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir hâlde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar.
Diyanet Vakfı: Çağıranın görülmemiş bir şeye çağırdığı gün, sen de onlardan yüz çevir.
E. Hamdi Yazır: Sen de onlardan yüz çevir ki, o gün çağırıcı, görülmedik müthiş bir şeye çağırır.
خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ (٧)
7-)
Diyanet: O hâlde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (İsrafil'in benzeri görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir hâlde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar.
Diyanet Vakfı: Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde kabirlerden çıkarlar.
E. Hamdi Yazır: Gözleri düşkün düşkün (zelil ve hakir) kabirlerinden çıkarlar, sanki yayılan çekirgeler gibidirler.
مُهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَذَا يَوْمٌ عَسِرٌ (٨)
8-)
Diyanet: Davetçiye doğru koşarlarken kâfirler, "Bu zor bir gün" derler.
Diyanet Vakfı: Dâvetçiye koşarlarken o esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.
E. Hamdi Yazır: O çağırana koşarak, kâfirler: "Bu çetin bir gündür." derler.
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ (٩)
9-)
Diyanet: Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Onlar kulumuzu yalanlayıp "Bu bir delidir" dediler ve kulumuz (tebliğ görevinden) alıkonuldu.
Diyanet Vakfı: Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanladı, hem de kulumuzun yalancı olduğunda ısrar ederek: O, delirdi, dediler. Ve (Nuh, davetten vazgeçmeye) zorlandı.
E. Hamdi Yazır: Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladılar ve: "Cinlenmiştir." dediler. Ve (Nuh davetten vazgeçmeye) zorlandı.
فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ (١٠)
10-)
Diyanet: O da Rabbine, "Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et" diye dua etti.
Diyanet Vakfı: Bunun üzerine, Rabbine: Ben yenik düştüm, bana yardım et! diyerek yalvardı.
E. Hamdi Yazır: Bunun üzerine Rabbine: "Ben yenik düştüm, bana yardım et!" diyerek yalvardı.
فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُنْهَمِرٍ (١١)
11-)
Diyanet: Biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmurla açtık.
Diyanet Vakfı: Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık.
E. Hamdi Yazır: Biz de boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık.
وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَى أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ (١٢)
12-)
Diyanet: Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.
Diyanet Vakfı: Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. (Her iki) su, takdir edilmiş bir işin olması için birleşmişti.
E. Hamdi Yazır: Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık, derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.
وَحَمَلْنَاهُ عَلَى ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ (١٣)
13-)
Diyanet: Biz Nûh'u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik.
Diyanet Vakfı: Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik.
E. Hamdi Yazır: Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle (çakılmış gemi) üzerinde taşıdık.
تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ (١٤)
14-)
Diyanet: Gemi, inkâr edilen kimseye (Nuh'a) bir mükâfat olarak gözetimimiz altında yüzüyordu.
Diyanet Vakfı: İnkâr edilmiş olana (Nuh'a) bir mükâfat olmak üzere gemi, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.
E. Hamdi Yazır: Nankörlük edilen (kulumuz)e bir mükafat olmak üzere (gemi), gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.
وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (١٥)
15-)
Diyanet: Andolsun, biz onu (tufan olayını) bir ibret olarak bıraktık. Var mı düşünüp öğüt alan?
Diyanet Vakfı: Andolsun ki onu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?
E. Hamdi Yazır: Bunu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ (١٦)
16-)
Diyanet: Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!
Diyanet Vakfı: Benim azabım ve uyarılarım nasılmış!
E. Hamdi Yazır: Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (görsünler)
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (١٧)
17-)
Diyanet: Andolsun biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?
Diyanet Vakfı: Andolsun biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?
E. Hamdi Yazır: Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ (١٨)
18-)
Diyanet: Âd kavmi de (Hûd'u) yalanladı. Azabım ve uyarılarım nasılmış!
Diyanet Vakfı: Ad kavmi (Peygamberleri Hûd'u) yalanladı da azabım ve tehdidim nasılmış (gördüler).
E. Hamdi Yazır: Âd (kavmi) da yalanladı, azabım ve uyarılarım nasıl oldu?
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّ (١٩)
19-)
Diyanet: Biz onların üstüne, uğursuzluğu sürekli bir günde gürültülü ve dondurucu bir rüzgâr gönderdik.
Diyanet Vakfı: Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu bir rüzgâr gönderdik.
E. Hamdi Yazır: Biz onların üstüne, uğursuzluğu devam eden bir günde dondurucu bir rüzgar gönderdik.
تَنْزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ (٢٠)
20-)
Diyanet: İnsanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu.
Diyanet Vakfı: O rüzgâr, insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu.
E. Hamdi Yazır: (O rüzgar) insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu.
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ (٢١)
21-)
Diyanet: Azabım ve uyarılarım nasılmış, (gördüler)!
Diyanet Vakfı: Nasılmış benim azabım ve uyarılarım!
E. Hamdi Yazır: Nasılmış benim azabım ve uyarım?
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (٢٢)
22-)
Diyanet: Andolsun biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?
Diyanet Vakfı: Andolsun biz Kur'an'ı düşünüp öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?
E. Hamdi Yazır: Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ (٢٣)
23-)
Diyanet: Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: "İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz."
Diyanet Vakfı: Semûd kavmi de uyarıcıları yalanladı.
E. Hamdi Yazır: Semûd da o uyarıları yalanladılar.
فَقَالُوا أَبَشَرًا مِنَّا وَاحِدًا نَتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ (٢٤)
24-)
Diyanet: Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: "İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz."
Diyanet Vakfı: "Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz" dediler.
E. Hamdi Yazır: "Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz." dediler.
أَأُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ (٢٥)
25-)
Diyanet: "Bizim aramızdan vahiy ona mı verildi? Hayır o, yalancının, şımarığın biridir."
Diyanet Vakfı: "Vahiy, aramızda ona mı verildi? Hayır o, yalancı ve şımarığın biridir" (dediler.)
E. Hamdi Yazır: "Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı, küstahın biridir" (dediler).
سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَنِ الْكَذَّابُ الْأَشِرُ (٢٦)
26-)
Diyanet: Onlar yarın bilecekler: Kimmiş yalancı, kimmiş şımarık!
Diyanet Vakfı: Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğunu bileceklerdir.
E. Hamdi Yazır: Yarın onlar, yalancı, küstahın kim olduğunu bilecekler.
إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ (٢٧)
27-)
Diyanet: (Salih'e şöyle demiştik:) "Şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz. Şimdi onları gözetle ve sabret."
Diyanet Vakfı: Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen biziz. Sen onları gözetle ve sabret.
E. Hamdi Yazır: Biz onlara, kendilerini imtihan etmek için dişi deveyi göndereceğiz. Onun için sen onları gözet ve sabırlı ol.
وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاءَ قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ كُلُّ شِرْبٍ مُحْتَضَرٌ (٢٨)
28-)
Diyanet: "Onlara, suyun (deve ile) kendileri arasında (nöbetleşe) paylaştırıldığını, bildir. Her su nöbetinde sahibi hazır bulunsun."
Diyanet Vakfı: Onlara, suyun aralarında paylaştırıldığını haber ver. Her biri kendi içme sırasında gelsin.
E. Hamdi Yazır: Onlara suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; her içene düşen miktar, hazır kılınmıştır.
فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَى فَعَقَرَ (٢٩)
29-)
Diyanet: Derken, (kavmin en azgını olan) arkadaşlarını çağırdılar. O da işe koyuldu ve deveyi kesti.
Diyanet Vakfı: Arkadaşlarını çağırdılar, o da (bundan cür'et alarak) kılıcını kaptı ve deveyi kesti.
E. Hamdi Yazır: Bunun üzerine arkadaşlarına bağırdılar. O da (bıçağı) çekerek (deveyi) kesti.
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ (٣٠)
30-)
Diyanet: Fakat azabım ve uyarılarım nasılmış!
Diyanet Vakfı: (Bu azgınlara) azabım ve uyarılarım nasıl oldu!
E. Hamdi Yazır: Ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu.
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ (٣١)
31-)
Diyanet: Şüphesiz biz, onların üzerine tek bir korkunç ses gönderdik de, onlar, ağıldaki hayvanların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler gibi oldular.
Diyanet Vakfı: Biz onların üzerlerine korkunç bir ses gönderdik. Hemen hayvan ağılına konan kuru ot gibi oluverdiler.
E. Hamdi Yazır: Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler.
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (٣٢)
32-)
Diyanet: Andolsun biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?
Diyanet Vakfı: Andolsun biz Kur'an'ı, anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. O halde düşünüp öğüt alan yok mu?
E. Hamdi Yazır: Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ (٣٣)
33-)
Diyanet: Lût kavmi de uyarıcıları yalanladı.
Diyanet Vakfı: Lût'un kavmi de uyarıcı peygamberleri yalanladı.
E. Hamdi Yazır: Lût kavmi de uyarıları yalanladı.
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍ (٣٤)
34-)
Diyanet: Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik. Yalnız Lût'un ailesi başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız.
Diyanet Vakfı: Biz de üstlerine taş (yağdıran bir fırtına) gönderdik. Ancak Lût ailesini seher vakti kurtardık.
E. Hamdi Yazır: Biz de onların üzerlerine (taşlar savuran) bir fırtına gönderdik. Yalnız Lût ailesini seher vakti kurtardık,
نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَا كَذَلِكَ نَجْزِي مَنْ شَكَرَ (٣٥)
35-)
Diyanet: Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik. Yalnız Lût'un ailesi başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız.
Diyanet Vakfı: Katımızdan bir nimet olarak. Biz şükredeni işte böyle mükâfatlandırırız.
E. Hamdi Yazır: Katımızdan bir nimet olarak. Biz şükredeni böyle mükafatlandırırız.
وَلَقَدْ أَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ (٣٦)
36-)
Diyanet: Andolsun, Lût onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu uyarıları kuşkuyla karşıladılar.
Diyanet Vakfı: Andolsun ki, Lût onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu tehditleri kuşkuyla karşıladılar.
E. Hamdi Yazır: (Lût), onları bizim yakalamamıza karşı uyarmıştı. Fakat ikazlara karşı kuşku duydular,
وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ (٣٧)
37-)
Diyanet: Andolsun, onlar onun (meleklerden olan) misafirlerinden nefislerindeki kötü arzuları tatmin etmek istediler. Biz de onların gözlerini silme kör ettik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" dedik.
Diyanet Vakfı: Onlar Lût'un misafirlerine karşı kötülük yapmayı planlamışlardı. Hemen biz onların gözlerini silme kör ettik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" (dedik).
E. Hamdi Yazır: Onun konuklarından murad almaya kalkıştılar. Biz de gözlerini siliverdik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" (dedik).
وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ (٣٨)
38-)
Diyanet: Andolsun, onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi.
Diyanet Vakfı: Bir sabah kendilerine, yakalarını bir daha bırakmayacak olan bir azap gelip çattı.
E. Hamdi Yazır: Sabah erken, onları kararlı bir azab yakaladı.
فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ (٣٩)
39-)
Diyanet: "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" dedik.
Diyanet Vakfı: İşte azabımı ve uyanlarımı tadın! (denildi).
E. Hamdi Yazır: "Azabımı ve uyarılarımı tadın!" (dedik).
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (٤٠)
40-)
Diyanet: Andolsun, biz Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?
Diyanet Vakfı: Andolsun biz Kur'an'ı, öğüt almak için kolaylaştırdık. O halde düşünüp ibret alan yok mu?
E. Hamdi Yazır: Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
وَلَقَدْ جَاءَ آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ (٤١)
41-)
Diyanet: Andolsun, Firavun'un ailesine de uyarıcılar gelmişti.
Diyanet Vakfı: Şüphesiz Firavun'un kavmine de uyarıcılar gelmişti.
E. Hamdi Yazır: Şüphesiz Firavun ailesine de uyarıcı peygamberler geldi.
كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ (٤٢)
42-)
Diyanet: Bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları mutlak güç ve iktidar sahibinin yakalaması gibi yakaladık.
Diyanet Vakfı: Lâkin onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları güç ve kudretimize lâyık bir şekilde yakaladık.
E. Hamdi Yazır: Lakin onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla yakaladık. Bu kıssalardan hisseye gelince;
أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ أُولَئِكُمْ أَمْ لَكُمْ بَرَاءَةٌ فِي الزُّبُرِ (٤٣)
43-)
Diyanet: (Ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı? Yoksa sizin için kitaplarda bir berat mı var?
Diyanet Vakfı: Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan daha mı iyidirler? Yoksa kitaplarda sizin için bir berât mı var?
E. Hamdi Yazır: Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan hayırlı mı? Yoksa kitaplarda sizin için bir beraet mi var?
أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُنْتَصِرٌ (٤٤)
44-)
Diyanet: Yoksa onlar, "Biz yardımlaşan (güçlü) bir topluluğuz" mu diyorlar?
Diyanet Vakfı: Yoksa "Biz, intikam almağa gücü yeten bir topluluğuz" mu diyorlar?
E. Hamdi Yazır: Yoksa "Biz birbirimize yardım eden bir topluluğuz." mu diyorlar?
سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ (٤٥)
45-)
Diyanet: O topluluk yakında (Bedir'de) bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.
Diyanet Vakfı: O topluluk yakında bozulacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklardır.
E. Hamdi Yazır: Her halde o topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır.
بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَى وَأَمَرُّ (٤٦)
46-)
Diyanet: Hayır, kıyamet, onların (görecekleri asıl azabın) vaktidir. Kıyamet (azabı) ise daha müthiş ve daha acıdır.
Diyanet Vakfı: Bilakis kıyamet onlara vâdedilen asıl saattir ve o saat daha belâlı ve daha acıdır.
E. Hamdi Yazır: Bilakis kıyamet onlara vaad edilen asıl saattir. Saat cidden çok feci ve acıdır.
إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ (٤٧)
47-)
Diyanet: Şüphesiz suçlular (müşrikler) sapıklık ve ateşler içindedirler.
Diyanet Vakfı: Şüphesiz suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler.
E. Hamdi Yazır: Muhakkak ki suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler.
يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَى وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ (٤٨)
48-)
Diyanet: Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine, "Cehennemin dokunuşunu tadın!" denecek.
Diyanet Vakfı: O gün yüzüstü ateşe sürüklendiklerinde "Cehennemin elemini tadın!" denir.
E. Hamdi Yazır: O gün yüzleri üstü ateşte sürüklenecekler, "Cehennemin dokunuşunu tadın!" (denilecek).
إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ (٤٩)
49-)
Diyanet: Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.
Diyanet Vakfı: Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.
E. Hamdi Yazır: Haberiniz olsun ki, biz her şeyi bir kadere göre yarattık.
وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ (٥٠)
50-)
Diyanet: Emrimiz ancak bir tek emirdir. Göz kırpması gibidir. (Anında gerçekleşir.)
Diyanet Vakfı: Bizim buyruğumuz, bir anlık bakış gibi, bir tek sözden başka bir şey değildir.
E. Hamdi Yazır: Buyruğumuz yalnız bir tekdir, göz açıp yumma gibidir.
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (٥١)
51-)
Diyanet: Andolsun, biz sizin gibileri hep helâk ettik. Fakat var mı düşünüp öğüt alan?
Diyanet Vakfı: Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helâk ettik. Düşünüp ibret alan yok mu?
E. Hamdi Yazır: Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helak ettik. Öğüt alan yok mudur?
وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ (٥٢)
52-)
Diyanet: İşledikleri her şey ise kitaplarda kayıtlıdır.
Diyanet Vakfı: Yaptıkları her şey kitaplarda (amel defterlerinde) mevcuttur.
E. Hamdi Yazır: İşledikleri her şey, kitaplarda mevcuttur.
وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُسْتَطَرٌ (٥٣)
53-)
Diyanet: Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır.
Diyanet Vakfı: Küçük büyük her şey satır satır yazılmıştır.
E. Hamdi Yazır: Küçük, büyük hepsi satır satır yazılmıştır.
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ (٥٤)
54-)
Diyanet: Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar cennetlerde, ırmak başlarındadırlar.
Diyanet Vakfı: Takvâ sahipleri cennetlerde ve ırmakların kenarlarındadır.
E. Hamdi Yazır: Takva sahipleri cennetlerde, nur içindedirler.
فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ (٥٥)
55-)
Diyanet: Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler.
Diyanet Vakfı: Güçlü ve Yüce Allah'ın huzurunda hak meclisindedirler.
E. Hamdi Yazır: Güçlü padişahın huzurunda doğruluk koltuklarındadırlar.
Diğer Sitelerimiz
Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. Ses dosyaları da eklenecektir.