هَلْ أَتَى عَلَى الْإِنْسَانِ حِينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْئًا مَذْكُورًا (١)
1-)
Diyanet: İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.
Diyanet Vakfı: İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?
E. Hamdi Yazır: Gerçekten insan üzerine dehirden (zamandan) öyle bir müddet geldi ki o zaman o, anılmaya değer bir şey değildi.
إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا (٢)
2-)
Diyanet: Şüphesiz biz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.
Diyanet Vakfı: Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.
E. Hamdi Yazır: Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden (erkek ve kadın sularından) yarattık da onu işitici, görücü yaptık.
إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًا وَإِمَّا كَفُورًا (٣)
3-)
Diyanet: Şüphesiz biz onu (ömür boyu yürüyeceği) yola koyduk. O bu yolu ya şükrederek ya da nankörlük ederek kat eder.
Diyanet Vakfı: Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.
E. Hamdi Yazır: Kuşkusuz biz ona yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör.
إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَلَاسِلَ وَأَغْلَالًا وَسَعِيرًا (٤)
4-)
Diyanet: Şüphesiz biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.
Diyanet Vakfı: Doğrusu biz, kâfirler için zincirler; demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.
E. Hamdi Yazır: Çünkü biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırlamışızdır.
إِنَّ الْأَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِنْ كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُورًا (٥)
5-)
Diyanet: İyiler ise, katkısı kâfur olan içecekler dolu bir kadehten içerler.
Diyanet Vakfı: İyiler ise, kâfûr katılmış bir kadehten (cennet şarabı) içerler.
E. Hamdi Yazır: Kuşkusuz iyiler de karışımı kâfûr olan dolgun bir kadehten içerler.
عَيْنًا يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللَّهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفْجِيرًا (٦)
6-)
Diyanet: Bir pınar ki Allah'ın kulları ondan içer, onu (istedikleri şekilde) fışkırtıp akıtırlar.
Diyanet Vakfı: (Bu,) Allah'ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır.
E. Hamdi Yazır: Bir kaynak ki ondan Allah'ın kulları içerler, güzel yollar açarak akıtırlar onu.
يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْمًا كَانَ شَرُّهُ مُسْتَطِيرًا (٧)
7-)
Diyanet: O kullar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğü her yanı kuşatmış bir günden korkarlar.
Diyanet Vakfı: O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler.
E. Hamdi Yazır: O kullar adaklarını yerine getirirler ve fenalığı salgın (olan) bir günden korkarlar.
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا (٨)
8-)
Diyanet: Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler.
Diyanet Vakfı: Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.
E. Hamdi Yazır: Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler.
إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنْكُمْ جَزَاءً وَلَا شُكُورًا (٩)
9-)
Diyanet: (Yedirdikleri kimselere şöyle derler:) "Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz."
Diyanet Vakfı: "Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz."
E. Hamdi Yazır: "Size sırf Allah rızası için yemek yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz."
إِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا (١٠)
10-)
Diyanet: "Çünkü biz, asık suratlı, çetin bir günden (o günün azabından dolayı) Rabbimizden korkarız."
Diyanet Vakfı: "Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O'nun azabına uğramaktan) korkarız" (derler).
E. Hamdi Yazır: "Biz sert ve belalı bir günde Rabbimizden korkarız." derler.
فَوَقَاهُمُ اللَّهُ شَرَّ ذَلِكَ الْيَوْمِ وَلَقَّاهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًا (١١)
11-)
Diyanet: Allah da onları o günün kötülüğünden korur ve yüzlerine bir aydınlık ve içlerine bir sevinç verir.
Diyanet Vakfı: İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.
E. Hamdi Yazır: Allah da onları o günün fenalığından korur, yüzlerine parlaklık, gönüllerine sevinç verir.
وَجَزَاهُمْ بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَرِيرًا (١٢)
12-)
Diyanet: Sabretmelerine karşılık da onları cennet ve ipek(ten giysiler) ile mükâfatlandırır.
Diyanet Vakfı: Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve (cennetteki) ipekleri lütfeder.
E. Hamdi Yazır: Sabırlarına karşılık onlara bir cennet ve ipekten elbiseler verir.
مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ لَا يَرَوْنَ فِيهَا شَمْسًا وَلَا زَمْهَرِيرًا (١٣)
13-)
Diyanet: Orada koltuklar üzerine kurulmuş olarak bulunurlar. Orada ne güneş (yakıcı sıcak) görürler, ne de dondurucu soğuk.
Diyanet Vakfı: Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı sıcak görülür orada, ne de dondurucu soğuk.
E. Hamdi Yazır: Orada donatılmış koltuklar üzerine dayanmışlardır: Orada ne yakıcı güneş görürler, ne de şiddetli soğuk.
وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْلِيلًا (١٤)
14-)
Diyanet: Üzerlerine cennetin gölgeleri sarkmış, cennetin meyveleri (kolayca alınacak şekilde) yakınlaştırılarak hazırlanmıştır.
Diyanet Vakfı: (Cennet ağaçlarının) gölgeleri, üzerlerine sarkar; kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur.
E. Hamdi Yazır: Üzerlerine cennet gölgeleri sarkmış, meyveleri bol bol önlerine konmuştur.
وَيُطَافُ عَلَيْهِمْ بِآنِيَةٍ مِنْ فِضَّةٍ وَأَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَارِيرَا (١٥)
15-)
Diyanet: Etraflarında gümüş kaplar, şeffaf kadehler dolaştırılır.
Diyanet Vakfı: Yanlarında gümüşten kaplar ve billûr kupalar dolaştırılır.
E. Hamdi Yazır: Yanlarında gümüşten kaplar, billur kupalar dolaştırılır.
قَوَارِيرَ مِنْ فِضَّةٍ قَدَّرُوهَا تَقْدِيرًا (١٦)
16-)
Diyanet: Gümüşten billur kaplar ki, onları (ihtiyaca göre) ölçüp düzenlemişlerdir.
Diyanet Vakfı: Gümüşten öyle kadehler ki onları istedikleri ölçüde tayin ve takdir etmişlerdir.
E. Hamdi Yazır: Gümüşten öyle kadehler ki onları türlü türlü biçimlere koymuşlardır.
وَيُسْقَوْنَ فِيهَا كَأْسًا كَانَ مِزَاجُهَا زَنْجَبِيلًا (١٧)
17-)
Diyanet: Orada kendilerine, katkısı zencefil olan içecekle dolu bir kâseden içirilir.
Diyanet Vakfı: Onlara orada bir kâseden içirilir ki (bu şarabın) karışımında zencefil vardır.
E. Hamdi Yazır: Onlara orada bir dolu kadeh sunulur ki, karışımı zencefildir.
عَيْنًا فِيهَا تُسَمَّى سَلْسَبِيلًا (١٨)
18-)
Diyanet: Orada bir pınar ki ona "selsebil" adı verilir.
Diyanet Vakfı: (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebîl denir.
E. Hamdi Yazır: Bu orada bir pınardır ki, adına "selsebil" derler.
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ إِذَا رَأَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤًا مَنْثُورًا (١٩)
19-)
Diyanet: Çevrelerinde, gördüğünde saçılmış inciler sanacağın, hep aynı gençlik ve güzellikte kalacak hizmetçiler dolaşır.
Diyanet Vakfı: O insanların etrafında öyle ölümsüz genç nedîmler dolaşır ki, onları gördüğünde, etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın.
E. Hamdi Yazır: Etraflarında ölümsüz hizmetçiler dolaşır, onları görünce saçılmış inciler sanırsın.
وَإِذَا رَأَيْتَ ثَمَّ رَأَيْتَ نَعِيمًا وَمُلْكًا كَبِيرًا (٢٠)
20-)
Diyanet: Orada, görünce (sonsuz) nimetler ve büyük bir mülk (hükümranlık) görürsün.
Diyanet Vakfı: Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün.
E. Hamdi Yazır: Orada nereye baksan bir nimet ve pek büyük bir mülk görürsün.
عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُنْدُسٍ خُضْرٌ وَإِسْتَبْرَقٌ وَحُلُّوا أَسَاوِرَ مِنْ فِضَّةٍ وَسَقَاهُمْ رَبُّهُمْ شَرَابًا طَهُورًا (٢١)
21-)
Diyanet: Üstlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Gümüş bileziklerle süsleneceklerdir. Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecektir.
Diyanet Vakfı: Üzerlerinde yeşil ipekten ince ve kalın elbiseler vardır; gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz bir içki içirir.
E. Hamdi Yazır: Üstlerinde zarif ve yeşil, kalın ipekten bir elbise vardır. Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara temiz bir içecek içirmiştir.
إِنَّ هَذَا كَانَ لَكُمْ جَزَاءً وَكَانَ سَعْيُكُمْ مَشْكُورًا (٢٢)
22-)
Diyanet: Onlara şöyle denecektir: "Şüphesiz bu sizin için bir mükâfattır. Çalışma ve çabanız makbul görülmüştür."
Diyanet Vakfı: (Onlara şöyle denir:) Bu, sizin için bir mükâfattır. Sizin gayretiniz karşılığını bulmuştur.
E. Hamdi Yazır: (Onlara şöyle denir): "İşte bu sizin bir mükâfatınızdı. Gayretiniz karşılığını bulmuştur."
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ تَنْزِيلًا (٢٣)
23-)
Diyanet: Şüphe yok ki, Kur'an'ı sana elbette biz indirdik biz.
Diyanet Vakfı: (Resûlüm!) Kur'an'ı sana biz, evet biz indirdik.
E. Hamdi Yazır: Kur'ân'ı sana kısım kısım biz indirdik biz.
فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ آثِمًا أَوْ كَفُورًا (٢٤)
24-)
Diyanet: O hâlde, Rabbinin hükmüne sabret. Onlardan hiçbir günahkâra ve hiçbir nanköre itaat etme.
Diyanet Vakfı: Artık Rabbinin hükmüne (boyun eğip) sabret; onlardan hiçbir günahkâra, yahut hiçbir nanköre boyun eğme.
E. Hamdi Yazır: O halde Rabbinin hüküm vermesi için sabret. Onlardan hiçbir günahkâra yahut nanköre itaat etme.
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَأَصِيلًا (٢٥)
25-)
Diyanet: Sabah akşam Rabbinin adını an.
Diyanet Vakfı: Sabah akşam Rabbinin ismini yâdet.
E. Hamdi Yazır: Sabahakşam Rabbinin ismini an.
وَمِنَ اللَّيْلِ فَاسْجُدْ لَهُ وَسَبِّحْهُ لَيْلًا طَوِيلًا (٢٦)
26-)
Diyanet: Gecenin bir kısmında O'na secde et; geceleyin de O'nu uzun uzadıya tespih et.
Diyanet Vakfı: Gecenin bir kısmında O'na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O'nu tesbih et.
E. Hamdi Yazır: Gecenin bir bölümünde de O'na secde et (akşam ve yatsı namazlarını kıl). Hem de O'nu uzun bir gece tesbih et (teheccüd namazı kıl).
إِنَّ هَؤُلَاءِ يُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَيَذَرُونَ وَرَاءَهُمْ يَوْمًا ثَقِيلًا (٢٧)
27-)
Diyanet: Şunlar (inanmayanlar) dünyayı tercih ediyorlar ve çetin bir günü arkalarına atıyorlar.
Diyanet Vakfı: Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahireti) ihmal ediyorlar.
E. Hamdi Yazır: Çünkü onlar bu dünyayı seviyorlar ve önlerindeki ağır bir günü arkaya atıyorlar.
نَحْنُ خَلَقْنَاهُمْ وَشَدَدْنَا أَسْرَهُمْ وَإِذَا شِئْنَا بَدَّلْنَا أَمْثَالَهُمْ تَبْدِيلًا (٢٨)
28-)
Diyanet: Onları biz yarattık ve eklemlerini (birbirine) biz bağladık. Dilediğimizde (onları yok eder) yerlerine benzerlerini getiririz.
Diyanet Vakfı: Onları biz yarattık; onların yaratılışını sapasağlam yaptık. Dilediğimizde (kendilerini yok eder) yerlerine benzerlerıni getiririz.
E. Hamdi Yazır: Onları biz yarattık ve mafsallarını sımsıkı bağladık. Dilediğimiz vakit de kılıklarını değiştiririz.
إِنَّ هَذِهِ تَذْكِرَةٌ فَمَنْ شَاءَ اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ سَبِيلًا (٢٩)
29-)
Diyanet: İşte bu bir öğüttür. Dileyen, Rabbine ulaştıran bir yol tutar.
Diyanet Vakfı: Şüphesiz ki bu bir öğüttür. Aırtık dileyen Rabbine bir yol tutar.
E. Hamdi Yazır: İşte bu bir öğüttür. Dileyen Rabbine giden yolu tutar.
وَمَا تَشَاءُونَ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا (٣٠)
30-)
Diyanet: Allah'ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Diyanet Vakfı: Sizler ancak Rabbinizin dilemesi (izin vermesi) sayesinde (bir şeyi) dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.
E. Hamdi Yazır: Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Kuşkusuz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
يُدْخِلُ مَنْ يَشَاءُ فِي رَحْمَتِهِ وَالظَّالِمِينَ أَعَدَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا (٣١)
31-)
Diyanet: O, dilediği kimseyi rahmetine sokar. Zalimlere ise elem dolu bir azap hazırlamıştır.
Diyanet Vakfı: O, dilediğini rahmetine dahil eder. Zalimlere gelince, onlar için elem verici bir azap hazırlamıştır.
E. Hamdi Yazır: Allah dilediğini rahmetine sokar. Zalimlere ise, acıklı bir azap hazırlamıştır.
Diğer Sitelerimiz
Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. Ses dosyaları da eklenecektir.