الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُبِينٍ. (١)
1-) Elif, Lâm, Râ. Bunlar kitabın ve apaçık bir Kur'ân'ın âyetleridir.
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِمِينَ. (٢)
2-) Bir zaman gelecek ki inkâr edenler, keşke müslüman olsaydık temennisinde bulunacaklardır.
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْأَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ. (٣)
3-) Onları bırak yesinler, içsinler, zevk alsınlar; arzu onları oyalasın ilerde bileceklerdir.
وَمَا أَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ إِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ. (٤)
4-) Biz hiçbir memleketi (Allah katında) bilinen bir zamanı olmaksızın helak etmedik.
مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ. (٥)
5-) Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez ve onu geciktiremez.
وَقَالُوا يَا أَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ. (٦)
6-) Dediler ki: "Ey kendisine Kur'ân indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun."
لَوْ مَا تَأْتِينَا بِالْمَلَائِكَةِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ. (٧)
7-) "Eğer peygamberlik davanda doğru kimselerdensen, bize melekleri getirmeliydin."
مَا نُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُوا إِذًا مُنْظَرِينَ. (٨)
8-) Biz o melekleri ancak, hak ile indiririz. Ve indirildikleri vakit de onlara (kâfirlere) hiç mühlet verilmez.
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ. (٩)
9-) Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ فِي شِيَعِ الْأَوَّلِينَ. (١٠)
10-) Andolsun, senden önceki milletler arasında da peygamberler gönderdik.
وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ. (١١)
11-) Onlara hiçbir peygamber gelmiyordu ki onunla alay etmiş olmasınlar.
كَذَلِكَ نَسْلُكُهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ. (١٢)
12-) Biz o küfrü suçluların kalbine işte böyle sokarız.
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ. (١٣)
13-) Kur'âna iman etmezler, halbuki öncekilerin sünneti (inanmadıkları için başlarına gelenler) gelip geçmiştir.
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا مِنَ السَّمَاءِ فَظَلُّوا فِيهِ يَعْرُجُونَ. (١٤)
14-) Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar,
لَقَالُوا إِنَّمَا سُكِّرَتْ أَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ. (١٥)
15-) "Gözlerimiz perdelendi, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır" derler.
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ. (١٦)
16-) Andolsun biz, gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için onu süsledik.
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ. (١٧)
17-) Ve göğü taşlanan bütün şeytanlardan koruduk.
إِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُبِينٌ. (١٨)
18-) Ancak kulak hırsızlığı eden şeytan hariç, onu apaçık bir alev sütunu takip eder.
وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ. (١٩)
19-) Yeryüzünü düzgün bir şekilde yarattık ve oraya sabit dağlar yerleştirdik. Orada hikmetle ölçülmüş her şeyden bitkiler bitirdik.
وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِقِينَ. (٢٠)
20-) Orada hem sizin için, hem de sizin rızıklarını veremediğiniz kimseler için geçim yollarını yarattık.
وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ. (٢١)
21-) Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Fakat biz, onu ancak ihtiyaca göre, belli ölçülerde veririz.
وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَا أَنْتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ. (٢٢)
22-) Biz rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirip sizi onunla suladık. O suyu hazinelerde tutan da siz değilsiniz.
وَإِنَّا لَنَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ. (٢٣)
23-) Elbette biz diriltiriz ve biz öldürürüz! Ve hepsinin varisleri de biziz.
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِمِينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِرِينَ. (٢٤)
24-) Andolsun ki biz, içinizden İslâm'da öne geçmek isteyenleri de biliriz, geri kalmak isteyenleri de biliriz.
وَإِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْ إِنَّهُ حَكِيمٌ عَلِيمٌ. (٢٥)
25-) Şüphesiz Rabbin O'dur ki, onları kıyamet gününde hesaba çekmek için toplayacaktır. O, hikmet sahibidir, bilendir.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ. (٢٦)
26-) Andolsun ki biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.
وَالْجَانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ. (٢٧)
27-) Cinleri de daha önce insan vücudunun gözeneklerinden geçebilen güçlü bir ateşten yarattık.
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ. (٢٨)
28-) Ey Peygamber! Rabbinin meleklere şöyle dediğini hatırla: "Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş kokuşmuş çamurdan bir insan yaratacağım."
فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ. (٢٩)
29-) Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın."
فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ. (٣٠)
30-) Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde ettiler.
إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى أَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ. (٣١)
31-) Yalnız İblis hariç. O secde edenlerle beraber olmaktan çekinmişti.
قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ. (٣٢)
32-) Allah buyurdu ki: "Ey İblis! Ne oluyor sana da, secde edenlerle beraber olmuyorsun?"
قَالَ لَمْ أَكُنْ لِأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ. (٣٣)
33-) İblis şöyle dedi: "Kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana secde edemezdim."
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ. (٣٤)
34-) Allah şöyle buyurdu: "Öyle ise oradan çık! Sen, artık kovulmuş birisin."
وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَى يَوْمِ الدِّينِ. (٣٥)
35-) "Kıyamet gününe kadar lanet senin üzerindedir."
قَالَ رَبِّ فَأَنْظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ. (٣٦)
36-) İblis: "Rabbim! Öyle ise insanların kabirlerinden kaldırılacakları güne (kıyamete) kadar bana mühlet ver" dedi.
قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ. (٣٧)
37-) Allah buyurdu ki: "Sen mühlet verilenlerdensin."
إِلَى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ. (٣٨)
38-) "Allah katında bilinen vaktin gününe kadar..."
قَالَ رَبِّ بِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَلَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ. (٣٩)
39-) İblis şöyle dedi: "Rabbim! Beni saptırdığın için, mutlaka ben de yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!"
إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ. (٤٠)
40-) "Ancak içlerinden ihlaslı kulların müstesnâdır."
قَالَ هَذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَقِيمٌ. (٤١)
41-) Allah şöyle buyurdu: "İşte bana ulaşan dosdoğru yol budur."
إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ. (٤٢)
42-) "Sana uyan azgınlardan başka, kullarımın üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur."
وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ. (٤٣)
43-) "Şüphesiz ki onların hepsine vaad edilen yer cehennemdir."
لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَابٍ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ. (٤٤)
44-) "Cehennemin yedi kapısı vardır. O kapıların herbiri için birer grup ayrılmıştır."
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ. (٤٥)
45-) Allahtan korkanlar, elbette cennetlerde ve pınarların başındadırlar.
ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ آمِنِينَ. (٤٦)
46-) Onlara: "Selametle güven içinde oraya girin" denir.
وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ إِخْوَانًا عَلَى سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ. (٤٧)
47-) Biz o cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak sevinç içinde karşılıklı koltuklara otururlar.
لَا يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَجِينَ. (٤٨)
48-) Orada kendilerine hiçbir yorgunluk gelmeyecek. Oradan çıkarılacak da değillerdir.
نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ. (٤٩)
49-) Kullarıma haber ver ki, gerçekten ben çok bağışlayıcı ve pek merhamet ediciyim.
وَأَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الْأَلِيمُ. (٥٠)
50-) Bununla beraber azabım da çok acıklı bir azabdır. Bunları geçmişten bazı örneklerle açıklamak üzere:
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ. (٥١)
51-) Hem o kullara, İbrahim'in misafirlerinden de haber ver.
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ إِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ. (٥٢)
52-) Hani melekler, İbrahim'in yanına girdikleri zaman, "selam" demişler, İbrahim de onlara: "Biz sizden korkuyoruz" demişti.
قَالُوا لَا تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ. (٥٣)
53-) Melekler: "Korkma! Gerçekten biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz" dediler.
قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِي عَلَى أَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ. (٥٤)
54-) İbrahim dedi ki: "Bana ihtiyarlık gelmişken, beni mi müjdeliyorsunuz, neye dayanarak beni müjdeliyorsunuz?"
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِطِينَ. (٥٥)
55-) Melekler: "Seni gerçekle müjdeliyoruz. Sakın Allah'ın rahmetinden ümidini kesenlerden olma!" dediler.
قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّهِ إِلَّا الضَّالُّونَ. (٥٦)
56-) İbrahim dedi ki: "Rabbimin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?"
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ. (٥٧)
57-) "Ey elçiler! Başka ne işiniz var?" dedi.
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُجْرِمِينَ. (٥٨)
58-) Melekler şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavmi cezalandırmak için gönderildik.
إِلَّا آلَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ. (٥٩)
59-) Ancak Lût ailesi müstesnâdır. Biz, onların hepsini muhakkak kurtaracağız.
إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَا إِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِرِينَ. (٦٠)
60-) Yalnız Lût'un karısı müstesnâ, çünkü onun helak edilenlerle birlikte yok edilmesini takdir ettik.
فَلَمَّا جَاءَ آلَ لُوطٍ الْمُرْسَلُونَ. (٦١)
61-) Melek olan elçiler, Lût kavmine gelince,
قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ. (٦٢)
62-) Lût dedi ki: "Doğrusu siz ürkülecek bir kavimsiniz."
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا فِيهِ يَمْتَرُونَ. (٦٣)
63-) Elçiler dediler ki: "Bilakis biz sana onların şüphe ettiği azabı getirdik."
وَأَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ. (٦٤)
64-) "Sana gerçeği getirdik; biz elbette doğru söylüyoruz."
فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ اللَّيْلِ وَاتَّبِعْ أَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ أَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ. (٦٥)
65-) "Gecenin bir bölümünde aileni yola çıkar, sen de arkalarından yürü ve sizden kimse ardına bakmasın; istenen yere gidin."
وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ ذَلِكَ الْأَمْرَ أَنَّ دَابِرَ هَؤُلَاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِحِينَ. (٦٦)
66-) Biz, Lût'a şu kesin emri vahyettik: "Bu kâfirler sabaha çıkarken muhakkak kökleri kesilmiş olacaktır."
وَجَاءَ أَهْلُ الْمَدِينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ. (٦٧)
67-) Şehir halkı, insan şeklindeki güzel yüzlü melekleri görünce, onlara iğrenç işlerini yapabileceklerini düşünüp sevinerek geldiler.
قَالَ إِنَّ هَؤُلَاءِ ضَيْفِي فَلَا تَفْضَحُونِ. (٦٨)
68-) Lût, kavmine şöyle dedi: "Bunlar benim misafirlerimdir, beni rüsvay etmeyin."
وَاتَّقُوا اللَّهَ وَلَا تُخْزُونِ. (٦٩)
69-) "Allah'tan korkun! Beni mahcub etmeyin."
قَالُوا أَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَمِينَ. (٧٠)
70-) Lût kavmi şöyle dedi: "Biz sana kimsenin koruyuculuğunu yapmamanı söylememiş miydik?"
قَالَ هَؤُلَاءِ بَنَاتِي إِنْ كُنْتُمْ فَاعِلِينَ. (٧١)
71-) Lût şöyle dedi: "İşte kızlarım! Düşündüğünüzü yapacaksanız (onlarla evlenin).
لَعَمْرُكَ إِنَّهُمْ لَفِي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ. (٧٢)
72-) Resulüm! Ömrüne yemin olsun ki gerçekten onlar, sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı.
فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِقِينَ. (٧٣)
73-) Güneş doğarken o korkunç çığlık onları yakaladı.
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجِّيلٍ. (٧٤)
74-) Biz, onların şehirlerinin üstünü altına geçirdik ve üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّمِينَ. (٧٥)
75-) Gerçekten bunda, düşünen keskin anlayışlılar için ibretler vardır.
وَإِنَّهَا لَبِسَبِيلٍ مُقِيمٍ. (٧٦)
76-) Hem o Lût kavminin bulunduğu şehir harabesi bir yol üzerinde bulunmaktadır.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِلْمُؤْمِنِينَ. (٧٧)
77-) Şüphesiz ki, bunda iman edenler için bir ibret vardır.
وَإِنْ كَانَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ لَظَالِمِينَ. (٧٨)
78-) Eyke halkı da gerçekten zalimlerdi.
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٍ مُبِينٍ. (٧٩)
79-) Biz Eyke halkından da intikâm aldık. İkisi de (Eyke ve Medyen) açık bir yol üzerindedir.
وَلَقَدْ كَذَّبَ أَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ. (٨٠)
80-) Şüphesiz ki, Hıcr halkı da peygamberleri yalanladılar.
وَآتَيْنَاهُمْ آيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ. (٨١)
81-) Biz, onlara âyetlerimizi vermiştik de onlar, yüz çeviriyorlardı
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا آمِنِينَ. (٨٢)
82-) Onlar, dağlardan emniyetli emniyetli evler yontuyorlardı.
فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِحِينَ. (٨٣)
83-) Onları da sabahleyin korkunç bir çığlık yakaladı.
فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ. (٨٤)
84-) Kazanmakta oldukları şeyler, onlardan hiçbir zararı savmadı.
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَإِنَّ السَّاعَةَ لَآتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَمِيلَ. (٨٥)
85-) Biz gökleri, yeri ve aralarındaki varlıkları ancak hak ve hikmetle yarattık ve elbette ki, kıyamet kopacaktır. (Ey Peygamber!) Şimdi sen onlara yumuşak davran ve güzel muamele et.
إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ. (٨٦)
86-) Şüphesiz Rabbin kemaliyle yaratandır ve iyi bilendir.
وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ. (٨٧)
87-) Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti (Fatihayı) ve yüce Kur'ân'ı verdik.
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ. (٨٨)
88-) Sakın o kâfirlerden birtakımlarına verip de kendilerini zevklendirdiğimiz şeye (mal ve servete) heveslenip göz dikeyim deme. Onlardan dolayı üzülme. Müminlere merhamet kanatlarını indir.
وَقُلْ إِنِّي أَنَا النَّذِيرُ الْمُبِينُ. (٨٩)
89-) De ki: "Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım."
كَمَا أَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِمِينَ. (٩٠)
90-) (İnanmazsanız başınıza) tıpkı o taksimcilere (yahudi ve hıristiyanlara) indirdiğimiz azap gibi (bir azab inecektir).
الَّذِينَ جَعَلُوا الْقُرْآنَ عِضِينَ. (٩١)
91-) Onlar, Kur'ân'ın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayarak onu kısım kısım böldüler.
فَوَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ. (٩٢)
92-) Rabbin hakkı için biz, mutlaka onların hepsini hesaba çekeceğiz.
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ. (٩٣)
93-) Yaptıklarından dolayı.
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ. (٩٤)
94-) Şimdi sen emrolunduğunu açıkça tebliğ et. Müşriklerden yüz çevir.
إِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِئِينَ. (٩٥)
95-) Muhakkak ki alay edenlere karşı biz sana yeteriz.
الَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ. (٩٦)
96-) Onlar Allah ile birlikte başkasını ilâh edinenlerdir. Onlar yakında bileceklerdir.
وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّكَ يَضِيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَ. (٩٧)
97-) Gerçekten biliriz ki, onların söylediklerine göğsün daralıyor.
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ. (٩٨)
98-) O halde Rabbini hamd ile tesbih et. Ve secde edenlerden ol.
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ. (٩٩)
99-) Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.
Diğer Sitelerimiz
Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. Ses dosyaları da eklenecektir.