Hicr Suresi Diyanet Vakfı Meali (Hicr Sûresî)

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُبِينٍ. (١)

1-) Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitab'ın ve apaçık bir Kur'an'ın âyetleridir.

رُبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِمِينَ. (٢)

2-) İnkâr edenler zaman zaman, keşke biz de müslüman olsaydık, diye arzu ederler.

ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْأَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ. (٣)

3-) Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalaya dursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!

وَمَا أَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ إِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ. (٤)

4-) Helâk ettiğimiz hiçbir ülke yoktur ki hakkında (bizce) bilinen bir yazgı olmasın.

مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ. (٥)

5-) Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez, ve onu geciktiremez.

وَقَالُوا يَا أَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ. (٦)

6-) Dediler ki: "Ey kendisine Kur'an indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun!"

لَوْ مَا تَأْتِينَا بِالْمَلَائِكَةِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ. (٧)

7-) "Eğer doğru söyleyenlerden idiysen, bize melekleri getirmeliydin."

مَا نُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ إِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُوا إِذًا مُنْظَرِينَ. (٨)

8-) Biz melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman onlara mühlet verilmez.

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ. (٩)

9-) Kur an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ فِي شِيَعِ الْأَوَّلِينَ. (١٠)

10-) Andolsun, senden önceki milletler arasında da elçiler gönderdik.

وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ. (١١)

11-) Onlara bir peygamber gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi.

كَذَلِكَ نَسْلُكُهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ. (١٢)

12-) İşte böylece biz onu, (inkârcılığı) suçluların kalplerine sokarız.

لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ. (١٣)

13-) Öncekilerin başına gelenlerden ders almaları gerekirken onlar hala buna (Kur'an'a) inanmıyorlar.

وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا مِنَ السَّمَاءِ فَظَلُّوا فِيهِ يَعْرُجُونَ. (١٤)

14-) Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar,

لَقَالُوا إِنَّمَا سُكِّرَتْ أَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ. (١٥)

15-) "Gözlerimiz boyandı, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır" derler.

وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ. (١٦)

16-) Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve seyr edenler için onu süsledik.

وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ. (١٧)

17-) Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk.

إِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُبِينٌ. (١٨)

18-) Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir alev sütunu düşmüştür.

وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ. (١٩)

19-) Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik.

وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِقِينَ. (٢٠)

20-) Orada hem sizin için hem de rızıkları size ait olmayanlar için (gerekli) geçim vasıtaları yarattık.

وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ. (٢١)

21-) Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.

وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَا أَنْتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ. (٢٢)

22-) Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. (Biz bunları yapmasaydık) siz onu (yeterli) suyu depolayamazdınız.

وَإِنَّا لَنَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ. (٢٣)

23-) Şüphesiz biz diriltir ve biz öldürürüz! Ve her şeye biz vâris oluruz.

وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِمِينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِرِينَ. (٢٤)

24-) Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, geri kalanları da biliriz.

وَإِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْ إِنَّهُ حَكِيمٌ عَلِيمٌ. (٢٥)

25-) Şüphesiz Rabbin onları (kıyamette) toplayacaktır. Çünkü O, hakîmdir, alîmdir.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ. (٢٦)

26-) Andolsun biz insanı, (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık.

وَالْجَانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ. (٢٧)

27-) Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık.

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ. (٢٨)

28-) Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım."

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ. (٢٩)

29-) "Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan ütlediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!"

فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ. (٣٠)

30-) Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler.

إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى أَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ. (٣١)

31-) Fakat İblis hariç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı.

قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ. (٣٢)

32-) (Allah:) Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir? dedi.

قَالَ لَمْ أَكُنْ لِأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ. (٣٣)

33-) (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi.

قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ. (٣٤)

34-) Allah şöyle buyurdu: Öyle ise oradan çık! Artık kovuldun!

وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَى يَوْمِ الدِّينِ. (٣٥)

35-) Muhakkak ki kıyamet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır!

قَالَ رَبِّ فَأَنْظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ. (٣٦)

36-) (İblis:) Rabbim! Öyle ise, (varlıkların) tekrar dirileceği güne kadar bana mühlet ver, dedi.

قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ. (٣٧)

37-) Allah buyurdu ki: "Sen mühlet verilenlerdensin"

إِلَى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ. (٣٨)

38-) "Allah katında bilinen vaktin gününe kadar..."

قَالَ رَبِّ بِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَلَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ. (٣٩)

39-) (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!

إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ. (٤٠)

40-) Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna.

قَالَ هَذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَقِيمٌ. (٤١)

41-) (Allah) şöyle buyurdu: "İşte bana varan dosdoğru yol budur."

إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ. (٤٢)

42-) "Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna."

وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ. (٤٣)

43-) Muhakkak cehennem, onların hepsine vâdolunan yerdir.

لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَابٍ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ. (٤٤)

44-) Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer gurup ayrılmıştır.

إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ. (٤٥)

45-) (Allah'ın azabından korkup rahmetine sığınan) takvâ sahipleri, mutlaka cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar.

ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ آمِنِينَ. (٤٦)

46-) "Oraya emniyet ve selâmetle girin" (denilir, onlara).

وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ إِخْوَانًا عَلَى سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ. (٤٧)

47-) Biz, onların gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar.

لَا يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَجِينَ. (٤٨)

48-) Onlara orada hiçbir yorgunluk gelmeyecek ve onlar, oradan çıkarılmayacaklardır.

نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ. (٤٩)

49-) (Resûlüm!) Kullarıma, benim, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver.

وَأَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الْأَلِيمُ. (٥٠)

50-) Benim azabımın elem verici bir azap olduğunu da bildir.

وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ. (٥١)

51-) Onlara İbrahim'in misafirlerinden (meleklerden) de haber ver.

إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ إِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ. (٥٢)

52-) Onun yanına girdikleri zaman, "selam" dediler. (İbrahim:) Biz sizden çekiniyoruz, dedi.

قَالُوا لَا تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ. (٥٣)

53-) Dediler ki: Korkma; biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz.

قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِي عَلَى أَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ. (٥٤)

54-) (İbrahim:) Bana ihtiyarlık çökmesine rağmen beni müjdeliyor musunuz? Beni ne ile müjdeliyorsunuz? dedi.

قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِطِينَ. (٥٥)

55-) Sana gerçeği müjdeledik, sakın ümitsizliğe düşenlerden olma! dediler.

قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّهِ إِلَّا الضَّالُّونَ. (٥٦)

56-) (İbrahim:) dedi ki: Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?

قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ. (٥٧)

57-) "Ey elçiler! (Başka) ne işiniz var?" dedi.

قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُجْرِمِينَ. (٥٨)

58-) Dediler ki: "Biz, suçlu bir topluma (onları helâk etmeye) gönderildik."

إِلَّا آلَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ. (٥٩)

59-) "Ancak Lût ailesi hariç. Onların hepsini kurtaracağız."

إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَا إِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِرِينَ. (٦٠)

60-) "(Fakat Lût'un) karısı müstesna; biz onun geri kalanlardan olmasını takdir ettik."

فَلَمَّا جَاءَ آلَ لُوطٍ الْمُرْسَلُونَ. (٦١)

61-) Melek olan elçiler Lût âilesine gelince,

قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ. (٦٢)

62-) Lût onlara: "Hakikaten siz tanınmayan kimselersiniz" dedi.

قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا فِيهِ يَمْتَرُونَ. (٦٣)

63-) Dediler ki: "Bilakis, biz sana, onların şüphe etmekte oldukları şeyi (azabı ve helâkı) getirdik.

وَأَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ. (٦٤)

64-) Sana gerçeği getirdik; biz, hakikaten doğru söyleyenleriz.

فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ اللَّيْلِ وَاتَّبِعْ أَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ أَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ. (٦٥)

65-) Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından yürü. Sizden hiç kimse, sakın dönüp de ardına bakmasın, istenen yere gidin."

وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ ذَلِكَ الْأَمْرَ أَنَّ دَابِرَ هَؤُلَاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِحِينَ. (٦٦)

66-) Ona (Lût'a) şu hükmümüzü vahyettik: "Sabaha çıkarlarken mutlaka onların ardı kesilmiş olacaktır."

وَجَاءَ أَهْلُ الْمَدِينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ. (٦٧)

67-) Şehir halkı, birbirlerini kutlayarak, (meleklerin yanına) geldiIer.

قَالَ إِنَّ هَؤُلَاءِ ضَيْفِي فَلَا تَفْضَحُونِ. (٦٨)

68-) (Lût) onlara "Bunlar benim misafirimdir. Sakın beni utandırmayın;

وَاتَّقُوا اللَّهَ وَلَا تُخْزُونِ. (٦٩)

69-) Allah'tan korkun, beni rezil etmeyin!" dedi.

قَالُوا أَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَمِينَ. (٧٠)

70-) "Biz seni, elâlemin işine karışmaktan men etmemiş miydik?" dediler.

قَالَ هَؤُلَاءِ بَنَاتِي إِنْ كُنْتُمْ فَاعِلِينَ. (٧١)

71-) (Lût:) İşte kızlarım! (Düşündüğünüzü) yapacaksanız (onlarla evlenin), dedi.

لَعَمْرُكَ إِنَّهُمْ لَفِي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ. (٧٢)

72-) (Resûlüm!) Hayatın hakkı için onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı.

فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِقِينَ. (٧٣)

73-) Güneş doğarken onları o korkunç ses yakaladı.

فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجِّيلٍ. (٧٤)

74-) Böylece ülkelerinin üstünü altına getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّمِينَ. (٧٥)

75-) İşte bunda ibret alanlar için işaretler vardır.

وَإِنَّهَا لَبِسَبِيلٍ مُقِيمٍ. (٧٦)

76-) Onlar hâla gözler önünde duran bir yol üzerindedirler.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِلْمُؤْمِنِينَ. (٧٧)

77-) Hakikaten bunda iman edenler için bir ibret vardır.

وَإِنْ كَانَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ لَظَالِمِينَ. (٧٨)

78-) Eyke halkı da gerçekten zalim idiler.

فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٍ مُبِينٍ. (٧٩)

79-) Biz onlardan da intikam aldık. İkisi de (Eyke ve Medyen) açık bir yol üzerindedir.

وَلَقَدْ كَذَّبَ أَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ. (٨٠)

80-) Andolsun, Hicr halkı da peygamberleri yalanlamıştı.

وَآتَيْنَاهُمْ آيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ. (٨١)

81-) Biz onlara mucizelerimizi vermiştik; fakat onlardan yüz çevirmişlerdi.

وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا آمِنِينَ. (٨٢)

82-) Onlar, dağlardan emniyet içinde kalacakları evler oyarlardı

فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِحِينَ. (٨٣)

83-) Onları da sabaha çıkarlarken o korkunç ses yakaladı.

فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ. (٨٤)

84-) Kazanmakta oldukları şeyler onlardan hiçbir zararı savmadı.

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَإِنَّ السَّاعَةَ لَآتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَمِيلَ. (٨٥)

85-) Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri ancak hak ile yarattık. O saat (kıyamet), mutlaka gelecektir. Şimdilik onlara güzel muamele et.

إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ. (٨٦)

86-) Şüphesiz Rabbin hakkıyla yaratan pek iyi bilendir.

وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ. (٨٧)

87-) Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve yüce Kur'an'ı verdik.

لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ. (٨٨)

88-) Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme, onlardan dolayı üzülme ve müminlere alçak gönüllü ol.

وَقُلْ إِنِّي أَنَا النَّذِيرُ الْمُبِينُ. (٨٩)

89-) De ki: Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım.

كَمَا أَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِمِينَ. (٩٠)

90-) Nitekim biz, (Kur'an'ı) kısımlara ayıranlara azabı indirmişizdir.

الَّذِينَ جَعَلُوا الْقُرْآنَ عِضِينَ. (٩١)

91-) Onlar, Kur'an'ı bölüp ayıranlardır.

فَوَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ. (٩٢)

92-) Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini sorguya çekeceğiz.

عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ. (٩٣)

93-) Yaptıklarından dolayı.

فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ. (٩٤)

94-) Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!

إِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِئِينَ. (٩٥)

95-) (Seninle) alay edenlere karşı biz sana yeteriz.

الَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ. (٩٦)

96-) Onlar Allah ile beraber başka bir tanrı edinenlerdir. (Kimin doğru olduğunu) yakında bilecekler!

وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّكَ يَضِيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَ. (٩٧)

97-) Onların söyledikleri şeyler yüzünden senin canının sıkıldığını andolsun biliyoruz.

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ. (٩٨)

98-) Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol!

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ. (٩٩)

99-) Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!

Diğer Sitelerimiz



Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. Ses dosyaları da eklenecektir.

İletişim