هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ الْغَاشِيَةِ (١)
1-)
Diyanet: Dehşeti her şeyi kaplayan felaketin haberi sana geldi mi?
Diyanet Vakfı: (Resûlüm!) Dehşeti her şeyi kaplayan kıyametin haberi sana geldi mi?
E. Hamdi Yazır: O her şeyi kuşatacak olan Kıyamet'in haberi sana geldi mi?
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ خَاشِعَةٌ (٢)
2-)
Diyanet: O gün birtakım yüzler vardır ki zillete bürünmüşlerdir.
Diyanet Vakfı: O gün bir takım yüzler zelildir,
E. Hamdi Yazır: Yüzler var ki, o gün eğilmiş, zillete düşmüştür.
عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ (٣)
3-)
Diyanet: Çalışmış, (boşa) yorulmuşlardır.
Diyanet Vakfı: Durmadan çalışır, (fakat boşuna) yorulur,
E. Hamdi Yazır: Çalışmış, yorulmuştur.
تَصْلَى نَارًا حَامِيَةً (٤)
4-)
Diyanet: Kızgın ateşe girerler.
Diyanet Vakfı: Kızgın ateşe girer.
E. Hamdi Yazır: Kızışmış bir ateşe girer.
تُسْقَى مِنْ عَيْنٍ آنِيَةٍ (٥)
5-)
Diyanet: Son derece kızgın bir kaynaktan içirilirler.
Diyanet Vakfı: Onlara kaynar su pınarından içirilir.
E. Hamdi Yazır: Onlara kızgın bir kaynaktan su verilir.
لَيْسَ لَهُمْ طَعَامٌ إِلَّا مِنْ ضَرِيعٍ (٦)
6-)
Diyanet: Onlara, acı ve kötü kokulu bir dikenli bitkiden başka yiyecek yoktur.
Diyanet Vakfı: Onlar için kuru dikenden başka yemek yoktur,
E. Hamdi Yazır: Onlar için kuru bir dikenden başka yiyecek de yoktur.
لَا يُسْمِنُ وَلَا يُغْنِي مِنْ جُوعٍ (٧)
7-)
Diyanet: O, ne besler ne de açlıktan kurtarır.
Diyanet Vakfı: O ise ne besler ne de açlığı giderir.
E. Hamdi Yazır: O da ne besler, ne de açlığı giderir.
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاعِمَةٌ (٨)
8-)
Diyanet: O gün birtakım yüzler vardır ki, nimet içinde mutludurlar.
Diyanet Vakfı: O gün bir takım yüzler de vardır ki, mutludurlar,
E. Hamdi Yazır: Yüzler de var ki, o gün nimetle mutludur.
لِسَعْيِهَا رَاضِيَةٌ (٩)
9-)
Diyanet: Yaptıklarından dolayı hoşnutturlar.
Diyanet Vakfı: (dünyadaki) çabalarından hoşnut olmuşlardır,
E. Hamdi Yazır: Yaptığından hoşnuttur.
فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٍ (١٠)
10-)
Diyanet: Yüksek bir cennettedirler.
Diyanet Vakfı: Yüce bir cennettedirler.
E. Hamdi Yazır: Yüksek bir cennettedir.
لَا تَسْمَعُ فِيهَا لَاغِيَةً (١١)
11-)
Diyanet: Orada hiçbir boş söz işitmezler.
Diyanet Vakfı: Orada boş bir söz işitmezler.
E. Hamdi Yazır: Orada boş bir söz işitmez.
فِيهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌ (١٢)
12-)
Diyanet: Orada akan bir kaynak vardır.
Diyanet Vakfı: Orada (cennette) devamlı akan bir pınar,
E. Hamdi Yazır: Orada akan bir kaynak,
فِيهَا سُرُرٌ مَرْفُوعَةٌ (١٣)
13-)
Diyanet: Orada yüksek tahtlar, konulmuş kadehler, sıra sıra yastıklar, serilmiş gösterişli yaygılar vardır.
Diyanet Vakfı: Yükseltilmiş tahtlar,
E. Hamdi Yazır: Yükseltilmiş divanlar,
وَأَكْوَابٌ مَوْضُوعَةٌ (١٤)
14-)
Diyanet: Orada yüksek tahtlar, konulmuş kadehler, sıra sıra yastıklar, serilmiş gösterişli yaygılar vardır.
Diyanet Vakfı: Konulmuş kadehler,
E. Hamdi Yazır: Konulmuş kadehler,
وَنَمَارِقُ مَصْفُوفَةٌ (١٥)
15-)
Diyanet: Orada yüksek tahtlar, konulmuş kadehler, sıra sıra yastıklar, serilmiş gösterişli yaygılar vardır.
Diyanet Vakfı: Sıra sıra dizilmiş yastıklar,
E. Hamdi Yazır: Dizilmiş koltuklar, yastıklar,
وَزَرَابِيُّ مَبْثُوثَةٌ (١٦)
16-)
Diyanet: Orada yüksek tahtlar, konulmuş kadehler, sıra sıra yastıklar, serilmiş gösterişli yaygılar vardır.
Diyanet Vakfı: Serilmiş halılar vardır.
E. Hamdi Yazır: Serilmiş halılar vardır.
أَفَلَا يَنْظُرُونَ إِلَى الْإِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ (١٧)
17-)
Diyanet: Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır!
Diyanet Vakfı: (İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, bakmazlar mı?
E. Hamdi Yazır: Bakmıyorlar mı o develere, nasıl yaratılmış?
وَإِلَى السَّمَاءِ كَيْفَ رُفِعَتْ (١٨)
18-)
Diyanet: Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir!
Diyanet Vakfı: Göğe bakmıyorlar mı nasıl yükseltilmiş?
E. Hamdi Yazır: Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiş?
وَإِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ (١٩)
19-)
Diyanet: Dağlara bakmıyorlar mı, nasıl dikilmişlerdir!
Diyanet Vakfı: Dağların nasıl dikildiğine, bakmazlar mı?
E. Hamdi Yazır: Bakmıyorlar mı dağlara, nasıl dikilmiş?
وَإِلَى الْأَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ (٢٠)
20-)
Diyanet: Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır!
Diyanet Vakfı: Yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?
E. Hamdi Yazır: Yere bakmıyorlar mı, nasıl yayılmış?
فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنْتَ مُذَكِّرٌ (٢١)
21-)
Diyanet: Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin.
Diyanet Vakfı: O halde (Resûlüm), öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin.
E. Hamdi Yazır: Haydi öğüt ver; sen şimdi sırf bir öğütçüsün.
لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍ (٢٢)
22-)
Diyanet: Sen, onlar üzerinde bir zorba değilsin.
Diyanet Vakfı: Onların üzerinde bir zorba değilsin.
E. Hamdi Yazır: Onların üzerinde bir zorba değilsin.
إِلَّا مَنْ تَوَلَّى وَكَفَرَ (٢٣)
23-)
Diyanet: Ancak, kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azaba uğratır.
Diyanet Vakfı: Ancak yüz çevirir inkâr ederse,
E. Hamdi Yazır: Ancak kim yüz çevirir ve kâfir olursa,
فَيُعَذِّبُهُ اللَّهُ الْعَذَابَ الْأَكْبَرَ (٢٤)
24-)
Diyanet: Ancak, kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azaba uğratır.
Diyanet Vakfı: İşte öylesini Allah en büyük azap ile cezalandırır.
E. Hamdi Yazır: Allah ona en büyük azap ile azap edecek.
إِنَّ إِلَيْنَا إِيَابَهُمْ (٢٥)
25-)
Diyanet: Şüphesiz onların dönüşü ancak bizedir.
Diyanet Vakfı: Şüphesiz onların dönüşü sadece bizedir.
E. Hamdi Yazır: Kuşkusuz onlar döne dolaşa bize gelecekler.
ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا حِسَابَهُمْ (٢٦)
26-)
Diyanet: Sonra onların sorguya çekilmesi de sadece bize aittir.
Diyanet Vakfı: Sonra onların sorguya çekilmesi de sadece bize aittir.
E. Hamdi Yazır: Sonra da bize hesap verecekler.
Diğer Sitelerimiz
Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. Ses dosyaları da eklenecektir.