لَا أُقْسِمُ بِهَذَا الْبَلَدِ (١)
1-)
Diyanet: Sen bu beldedeyken bu beldeye (Mekke'ye), babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki, biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek şekilde) yarattık.
Diyanet Vakfı: Andolsun bu beldeye ,
E. Hamdi Yazır: Andolsun bu beldeye
وَأَنْتَ حِلٌّ بِهَذَا الْبَلَدِ (٢)
2-)
Diyanet: Sen bu beldedeyken bu beldeye (Mekke'ye), babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki, biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek şekilde) yarattık.
Diyanet Vakfı: Ki sen bu beldedesin ,
E. Hamdi Yazır: Ki sen bu beldede oturmaktasın.
وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَ (٣)
3-)
Diyanet: Sen bu beldedeyken bu beldeye (Mekke'ye), babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki, biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek şekilde) yarattık.
Diyanet Vakfı: Ve andolsun babaya ve ondan meydana gelen çocuğa,
E. Hamdi Yazır: Ve and olsun baba ve çocuğuna.
لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ فِي كَبَدٍ (٤)
4-)
Diyanet: Sen bu beldedeyken bu beldeye (Mekke'ye), babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki, biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek şekilde) yarattık.
Diyanet Vakfı: Biz, insanı ( yüzyüze geleceği nice ) zorluklar içinde yarattık.
E. Hamdi Yazır: Biz insanı gerçekten bir sıkıntı içinde yarattık.
أَيَحْسَبُ أَنْ لَنْ يَقْدِرَ عَلَيْهِ أَحَدٌ (٥)
5-)
Diyanet: İnsanoğlu, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
Diyanet Vakfı: İnsan, hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
E. Hamdi Yazır: İnsan, kendisine karşı kimse güç yetiremez mi sanıyor?
يَقُولُ أَهْلَكْتُ مَالًا لُبَدًا (٦)
6-)
Diyanet: "Yığınla mal harcadım" diyor.
Diyanet Vakfı: " Pek çok mal harcadım " diyor.
E. Hamdi Yazır: Ben, yığın yığın mal yok ettim diyor.
أَيَحْسَبُ أَنْ لَمْ يَرَهُ أَحَدٌ (٧)
7-)
Diyanet: Kendisini kimsenin görmediğini mi sanıyor?
Diyanet Vakfı: Kimse onu görmedi mi sanıyor?
E. Hamdi Yazır: Kendisini bir gören olmadı mı sanıyor?
أَلَمْ نَجْعَلْ لَهُ عَيْنَيْنِ (٨)
8-)
Diyanet: Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?
Diyanet Vakfı: Biz ona iki göz vermedik mi?
E. Hamdi Yazır: Biz ona iki göz vermedik mi?
وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ (٩)
9-)
Diyanet: Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?
Diyanet Vakfı: Bir dil ve iki dudak ,
E. Hamdi Yazır: Bir dil ve iki dudak?
وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ (١٠)
10-)
Diyanet: Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?
Diyanet Vakfı: Ona iki yolu ( doğru ve eğriyi ) gösterdik .
E. Hamdi Yazır: Ona iki yolu gösterdik.
فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ (١١)
11-)
Diyanet: Fakat o, sarp yokuşa atılmadı.
Diyanet Vakfı: Fakat o, sarp yokuşu aşamadı.
E. Hamdi Yazır: Fakat o, o sarp yokuşa göğüs veremedi.
وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ (١٢)
12-)
Diyanet: Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin?
Diyanet Vakfı: O sarp yokuş nedir bilir misin?
E. Hamdi Yazır: Bildin mi sen, o sarp yokuş nedir?
فَكُّ رَقَبَةٍ (١٣)
13-)
Diyanet: O tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek)tir.
Diyanet Vakfı: Köle azat etmek,
E. Hamdi Yazır: Köle azat etmek,
أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ (١٤)
14-)
Diyanet: Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.
Diyanet Vakfı: Veya açlık gününde yemek yedirmektir,
E. Hamdi Yazır: Veya salgın bir kıtlık gününde yemek yedirmektir,
يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ (١٥)
15-)
Diyanet: Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.
Diyanet Vakfı: Yakınlığı olan bir yetime.
E. Hamdi Yazır: Yakınlığı olan bir yetime,
أَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ (١٦)
16-)
Diyanet: Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.
Diyanet Vakfı: Veya hiçbir şeyi olmayan yoksula.
E. Hamdi Yazır: Veya hiçbir şeyi olmayan yoksula.
ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ (١٧)
17-)
Diyanet: Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.
Diyanet Vakfı: Sonra iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine acımayı öğütleyenlerden olmaktır.
E. Hamdi Yazır: Sonra da iman edip de sabrı tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden olmaktır.
أُولَئِكَ أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ (١٨)
18-)
Diyanet: Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.
Diyanet Vakfı: İşte bunlar sağdakilerdir.
E. Hamdi Yazır: İşte bunlar, amel defterleri sağlarından verilenlerdir.
وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِنَا هُمْ أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ (١٩)
19-)
Diyanet: Âyetlerimizi inkâr edenler ise; kötülüğe batmış kimselerdir.
Diyanet Vakfı: Ayetlerimizi inkâr edenler ise işte onlar soldakilerdir,
E. Hamdi Yazır: Âyetlerimizi tanımayanlar ise, onlardır işte amel defterleri sollarından verilenler.
عَلَيْهِمْ نَارٌ مُؤْصَدَةٌ (٢٠)
20-)
Diyanet: Üzerlerinde etrafı sımsıkı kapatılmış bir ateş vardır.
Diyanet Vakfı: Cezaları, kapıları üzerlerine sımsıkı kapatılmış bir ateştir.
E. Hamdi Yazır: Onların üzerlerine bir ateş bastırılıp kapıları kapanacaktır.
Diğer Sitelerimiz
Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. Ses dosyaları da eklenecektir.